Hava Durumu

#Sağlık

Lodoshaber.Com - Sağlık haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, Sağlık haber sayfasında canlı gelişmelerle ulaşabilirsiniz.

Dinmek bilmeyen diz ağrılarına ne sebep oluyor? Haber

Dinmek bilmeyen diz ağrılarına ne sebep oluyor?

Vücudun bütün yükünü dizler taşıyor. Bu da yıllar içerisinde dizlerde birtakım problemlerin yaşanmasına zemin hazırlıyor. Ortopedi kliniklerine dizlerindeki şikayetler nedeniyle başvuranların sayısı hiç de az değil. Hastaların en büyük yakınması ise yaşamlarını kısıtlayan, dinmek bilmeyen ağrı… Dizde ağrıya neden olan pek çok faktör var. İlerleyen yaş, kilo, düşme sebebiyle meydana gelen travmalar, spor yaralanmaları veya tümörler… Tabii her birinin sebebi de tedavi süreci de farklı. Peki diz ağrısı neden sık görülüyor? Dizde meydana gelebilecek olası rahatsızlıklara yol açan sebepler neler? Nasıl bir tedavi süreci yürütülüyor? Sağlık Bilimleri Üniversitesi Sultan 2. Abdülhamid Han Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nden Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Prof. Dr. Cengiz Yıldırım merak edilen sorulara cevap verdi. Diz vücudumuzun en büyük eklemlerinden biri. Vücut ağırlığını taşıyan bir sistem olduğu için yaşam boyunca birçok travmaya maruz kalıyor. Dolayısıyla disklerle veya diz eklemiyle ilgili sağlık problemleriyle çok sık karşılaşıyoruz. Yediden yetmişe her yaşta görülebiliyor Dizin vücudumuzun en büyük eklemlerinden biri olduğunu söyleyen Prof. Dr. Cengiz Yıldırım, “Vücut ağırlığını taşıyan bir sistem olduğu için yaşam boyunca birçok travmaya maruz kalıyor. Dolayısıyla disklerle veya diz eklemiyle ilgili sağlık problemleriyle çok sık karşılaşıyoruz” diyor. Dizle ilgili problemler yediden yetmişe her yaşta görülebiliyor. Ancak yaşa göre karşılaşılan problemler farklılık gösteriyor. Prof. Dr. Yıldırım, görülebilecek olası sorunları anlatmaya çocuklardan başlıyor: “Küçük çocuklarda enfeksiyonlar ya da romatizmal rahatsızlıklar görülebiliyor. Ergenlik döneminde veya genç erişkinlik döneminde bireyler daha aktif oldukları için sportif yaralanmalara bağlı menisküs yırtığı, çapraz ya da yan bağlarda yaralanma, kıkırdaklarda kırık olabiliyor. Bu gibi durumlarda mutlaka cerrahi tedavi uygulanıyor.” Dizde iltihap çocuklarda ve gençlerde sık görülüyor Gençlerde veya çocuklarda dizle ilgili karşılaşılan sorunlardan biri de iltihap… Prof. Dr. Yıldırım, bu gibi sorunları nasıl tespit ettiklerini ve tanı koyulduktan sonra izledikleri süreci bir örnekle anlatıyor: “Genç veya çocuk bir hasta dizinde aniden başlayan bir ağrıyla geliyor... Dizine dokundurtmuyor ve üzerine basamıyor. Böyle durumlarda ilk aklımıza gelen şey dizde oluşan iltihaplanma. Buna erkenden müdahale etmemiz lazım. Hemen o dizdeki iltihabın boşaltılıp, diz ekleminin yıkanması lazım. Bu ameliyatla yapılan bir yöntem ve beraberinde uzun bir antibiyotik tedavisi uygulanıyor.” Kıkırdak dokuda dejenerasyon ilerleyen yaşlarda görülüyor İlerleyen yaşlarda ise halk arasında "kireçlenme" olarak tabir edilen bir başka sorun sık görülmeye başlıyor. “Orta ve ileri yaşlarda artık diz eklemini oluşturan kıkırdak dokuda harabiyet başladığı için dejenerasyon görülüyor” diyerek bu durumu açıklayan Prof. Dr. Yıldırım, sözlerini şöyle sürdürüyor: “55-60 yaşlarından sonra çok fazla kilosu olan hastalarda özellikle de kadınlarda, bu daha ön planda oluyor. Karşılaştırma yapacak olursak yediye bir oranında kadınlarda daha fazla kıkırdak aşınmasına bağlı diz rahatsızlıklarıyla karşılaşabiliyoruz. Daha ileriki dönemlerde yine kıkırdak hasarı ve basit düşmelerden sonra bu bölgede oluşabilen diz içerisi kırıklar olabiliyor.” Kıkırdak dejenerasyonunun dört tane evresi var. Hangi kategoriye giriyorsa ona uygun hareket ediyoruz. Hastadan önce diyetisyene gidip kilo vermeye yönelik bazı önlemler almasını istiyoruz. Ardından diz çevresine yönelik bazı fizik tedavi uygulamaları veya duruma göre diz eklemini tedavi edici ya da süreci yavaşlatıcı bazı enjeksiyonlar önerebiliyoruz. Eğer bunlara rağmen şikayetler devam ederse ileriki dönemde diz protezi gibi cerrahi işlemler yapılabiliyor. Bu gibi durumlarda hastaların kıkırdaklarındaki dejenerasyonun hangi evrede olduğunu tespit etmekle işe başladıklarını anlatan Prof. Dr. Yıldırım, şöyle devam ediyor: “Kıkırdak dejenerasyonunun dört tane evresi var. Hangi kategoriye giriyorsa ona uygun hareket ediyoruz. Hastadan önce diyetisyene gidip kilo vermeye yönelik bazı önlemler almasını istiyoruz. Ardından diz çevresine yönelik bazı fizik tedavi uygulamaları veya duruma göre diz eklemini tedavi edici ya da süreci yavaşlatıcı bazı enjeksiyonlar önerebiliyoruz. Eğer bunlara rağmen şikayetler devam ederse ileriki dönemde diz protezi gibi cerrahi işlemler yapılabiliyor.” Uzun süreli dinmeyen ağrılara dikkat Diz ekleminde nadir de olsa görülen bir başka hastalık ise tümörler. “Her yaşta görülse de çocuklarda ve genç erişkinlerde daha sık görülüyor. Bu da uzun süreli diz ağrısına neden oluyor” diyen Prof. Dr. Yıldırım, hastaların bu gibi durumlarda şişlik veya diz çevresinde oluşan kitle şikayetiyle başvurduğunu belirtiyor. Prof. Dr. Yıldırım, ciddi bir sorun olan tümörlerin en sık kaval kemiğinin üst kısmında, uyluk kemiğinin alt kısmında ve diz çevresinde lokalize olduğuna dikkat çekerek uyarıda bulunuyor: “Bu tür uzun süre geçmeyen ağrılarda hastayı mutlaka dikkatli değerlendirip doğru teşhis koymak gerekiyor. Bunun için önce radyolojik görüntüleme yapılıyor. Ardından söz konusu kitleden biyopsi alınıyor. Alınan neticeye göre sık görülen kötü huylu kemik tümörlerinden bir tanesi ise ameliyat, kemoterapi gibi tedaviler uygulanıyor.” Zorlayıcı hareketlerden kaçınılmalı Peki diz ağrıları yaşayanlar, günlük hayatında nelere dikkat etmeli? Alınacak ilk önlem dizi zorlayacak hareketlerden uzak durmak. Özellikle de çömelerek yapılan faaliyetlerden kaçınılmalı. Yine diz ağrısı yaşayanların merdiven inip çıkmaması öneriliyor. Uygun olmayan zeminlerde yürüyüş yapılmaması bir başka dikkat edilmesi gereken nokta. Yine hekim tavsiyesiyle kıkırdak koruyucu bazı gıda takviyeleri de kullanılabiliyor. Dizinde herhangi bir ağrı olmayan birinin ileride bu tip sorunlarla karşılaşmamak adına henüz sağlıklıyken birtakım önlemler alması mümkün. Prof. Dr. Yıldırım’ın bu konudaki tavsiyeleri şöyle: “Gençler spor esnasında dikkatli olmalı. Çünkü eğer dikkat etmezlerse bir darbe aldıkları zaman veya bazen darbe almasalar bile dizlerinde bir rahatsızlık olabiliyor. Yine çok ağır bir iş yapılmamalı, ağır bir şey kaldırılmamalı, uygun olmayan zeminlerde koşulmamalı. Boy-kilo kontrolü sağlanmalı. Diz problemleriyle karşılaşmamak için özellikle dizin üst kısmındaki ve baldırdaki kaslar geliştirilmeli. Böylece güçlü kaslar sayesinde dize daha az yük bineceği için ileride bir rahatsızlık geçirme ihtimali çok azalıyor.”

Üzüm tüketmenin faydaları! Haber

Üzüm tüketmenin faydaları!

İşte üzüm tüketiminin bazı faydaları:  *Antioksidanlar açısından zengindir: Üzüm, antioksidanlar açısından zengin bir meyvedir. Antioksidanlar, buldukları serbest radikallerle savaşarak hücre hasarlarını ve sağlığını destekleyebilir.  *Kalp bakımı yapılmalıdır: Üzüm, kalp programları kullanılan flavonoidler, resveratrol ve diğer görünümler açısından zengindir. Bu evlilik, hayalet hastalık varsayımı, kan verilerini düzenleyebilir ve tahminleri iyileştirebilir.  *Bağışıklık sistemi kalkanı: Üzüm, C vitamini ve diğer antioksidanlar içerir. Bu besin sistemini güçlendirerek korumaya karşı koruma sağlar ve büyümeye karşı direnci artırır.  *Sindirim sonuçlarına göre: Üzüm, yaşam içeriği açısından zengindir. Lif, sınırlama sisteminin sağlığını yerine getirme, kabızlığı dış kısımlara ve bölme işlemlerini düzenler.  *Kansere karşı koruyucu etki olabilir: Üzümde bulunan antioksidanlar ve fitokimyasallar, kanserle savaşmaya yardımcı olabilir. Özellikle üzüm kabuğunda bulunan resveratrolün kanser hücrelerinin büyümesini engellediği ve görebileceği önleyebileceği.  *Göz tedavisi gördü: Üzüm, göz sağlığı için faydalı olan zeaksantin ve lutein gibi bir cihaz içerir. Bu ayrılmış, gözlerdeki serbest radikalleri nötralize ederek yaşayarak bağlı maküler dejenerasyon ve katarakt gibi göz hastalıklarının olası risklerini inceleyin.  *Cildi zorlar: Üzüm, cilt sağlığı için önemli olan vitaminler, mineraller ve antioksidanlar içerir. Ciltteki serbest radikallerle savaşır, yaşlanma belirtilerini azaltır, cildini besler ve parlaklaştırır.  *Kemik kuvvetlerini görevlendirdi: Üzüm, kalkan, materyal, fosfor ve K vitamini gibi mineralleri içerir. Bu mineraller, kemik etkileri genellikle, osteoporoz riskinin azaltılması ve kemiklerin güçlenmesine yardımcı olur.

Yanlış ayakkabı seçimi bu hastalığa zemin hazırlıyor! Haber

Yanlış ayakkabı seçimi bu hastalığa zemin hazırlıyor!

Halluks Valgus, ayak başparmağımızdaki şekil bozukluğuna denir.Bu duruma bağlı olarak ayak başparmağı, ikinci parmağa doğru döner.  Ayak başparmağının biraz yukarısında ve iç kısımında "bunyon" olarak adlandırılan şişlik meydana gelir.Bu rahatsızlık basit bir şişlik ya da çıkıntıdan çok daha karışıktır.Çünkü ayak biyomekaniğindeki bu eklem vücut ağırlığının %30 yükünü taşır.Yanlış ayakkabı (Ucu sivri, yüksek topuklu ayakkabı) kullanımına bağlı oluşan bu durum aynı zamanda  var olan deformitenin artmasına neden olmaktadır.Uzun süre dar , sivri uca sahip  ve yüksek topuklu ayakkabı kullanımı, halluks valgus rahatsızlığına yakalanma oranını fazlalaştırır. Kadınlarda ve romatoid artritli hastalarda daha sık görülür, genetik geçiş söz konusudur.Genetik riske sahip olan kişilerin bu hastalığa yakalanmamaları için ucu geniş, sivri olmayan ve yumuşak ayakkabılar giymeleri gerekir. Hastalığın ilk aşamalarında uygulanan ayakkabı modifikasyonu ve parmak arası makaraları, gece atelleri, bunyon yastıkçıkları gibi... ortezler kullanabilir. Bunlar deformitenin ilerlemesini önlemeye yardımcı olabilir. Op.Dr.Alperen Korucu,''Tüm konservatif yöntemler uygulanmasına rağmen ağrı geçmiyorsa tedavi seçeneği cerrahidir. Ameliyata karar verilmesi için en önemli endikasyon "ağrı" olmalıdır.Birçok ameliyat tekniği ile tedavi edilen bu rahatsızlıkta hangi ameliyatın yapılacağına Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı karar verir.Her Halluks Valgus hastasına standart aynı operasyon yapılamaz. Hastadaki deformitenin büyüklüğüne,hastanın yaşına,eklem uyumuna ve radyolojik ölçümlere göre gerekli ameliyata karar verilir.İyileşme süresi de uygulanan ameliyata göre değişiklik gösterir.''dedi.

En korkulan tablo! Normal baş ağrısı gibi olmuyor Haber

En korkulan tablo! Normal baş ağrısı gibi olmuyor

Beyin damarlarının kesişim noktasında, damar duvarının tansiyon, kolesterol gibi sebeplerle zayıflayıp incelmesi sonucu oluşan baloncuklara anevrizma adı veriliyor. Henüz yırtılıp kanamadan teşhis edilebilirse, tedavisi cerrahi ya da daha sıklıkla girişimsel yöntemlerle yapılıyor. Kanamadan tedavi edilen anevrizma hastalarının yaşam şansları çok daha yüksek oluyor. Ancak baloncuğun yırtılmasıyla meydana gelen beyin kanamaları, beyin cerrahi alanının en korkulan tablolarından birini oluşturuyor. Bazen, henüz kanamadan anevrizması tespit edilmiş olan hastaların, farklı doktorlardan görüş almak istemesi ya da çeşitli sebeplerle, tedavisi ertelenebiliyor.  Sağlık Bilimleri Üniversitesi Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi doktorlarının yaptıkları bir araştırma, bu anevrizmaların hangisinde yırtılma riskinin daha yüksek olduğunu belirledi. Buna göre var olan baloncuğun üzerinde başka 'yavru' balonlar oluşmuşsa, kanama riski 3 kat artıyor. Yeni saptanan anevrizmaların beşte biri ise 'yavrulu' anevrizma oluyor. Türk Nöroşirürji Dergisi'nde de yayınlanan araştırmayı gerçekleştiren ekipten Doç. Dr. Murat Şakir Ekşi, 107 hastayı dahil ettikleri çalışmanın detaylarını Demirören Haber Ajansı'na anlattı.   "İSTATİSTİKİ OLARAK SADECE BİR HASTA HAYATTA KALABİLİYOR" Anevrizmanın yırtılarak oluşturduğu 'subaraknoid kanama' ile beraber hasta için geri sayımın başladığına işaret eden Doç. Dr. Ekşi, " Anevrizmalar beyin damarlarının kesişim bölgesinde baloncuk meydana gelmesi. Bu baloncuklar damar duvarının zamanla kolesterol damar sertliği ve yüksek tansiyonla beraber damar duvarının zayıflaması ve bu zayıflayan bölümde basınç etkisiyle baloncuk oluşması durumudur. Her 100 kişinin 3-8'i arasında anevrizma olabiliyor. Bu altta yatan hastalıkların da etkisiyle büyüyebilir ve nihayetinde patlayabilir. Biz bunu beyin kanaması olarka nitelendiriyoruz. Çok tehlikeli bir süreç, her 4 hastadan bir tanesini ne yazık ki olay anında kaybediyoruz. Geri kalan 3 hastanın birisi yolda, kalan 2 hastanın biri ise hastanede kaybediliyor. Sadece bir hasta hayatta kalabiliyor istatistiki olarak. Beyin cerrahisinin en büyük, en önemli, en ölümcül hastalığını teşkil ediyor" dedi. Henüz kanamadan teşhis konabilmiş anevrizmalarda iki türlü yaklaşım izlediklerini anlatan Doç. Dr. Ekşi, "Açık ya da kapalı yöntemlerle müdahale edilir. Kapalı müdahalede girişimsel olarak kasık ya da koldan girilerek kalp anjiyosu oluyormuş gibi anjiyo yapılıyor. Bu da zaten rutin tetkikler arasında istenen bir şey. O sırada hastanın filmi ve kliniği uygunsa, aynı işlem sırasında ya da hemen sonrasında girişimsel nöroradyoloji tarafından bu anevrizmalar kapatılıyor" diye konuştu. YAPTIKLARI ÇALIŞMAYLA KANAMA RİSKİNİ BELİRLEDİLER Kanayan anevrizmalarda, yapılacak müdahalenin net olduğunu ama henüz yırtılmamış olan anevrizmaların hangisine "acilen" müdahale edilmesi gerektiği konusunda literatürde bir boşluk bulunduğunu kaydeden Doç. Dr. Ekşi, yaptıkları çalışmanın bu "gri alana" yönelik olduğunu vurgulayarak, şu bilgileri verdi: "Kanama olmadan, hayati risk daha ortaya çıkmadan, müdahaleyi ne zaman yapmalıyız? Bu net değil literatürde, kesin bir bilgi yok. Biz de kendi hastanemizin beyin cerrahisi kliniğinde müdahale ettiğimiz, ön beyin bölgesindeki kanamış ve kanamamış anevrizmaların hangilerinin kanamaya daha yatkın olduğunu, hangilerinin kanamasının daha geç dönemde gerçekleştiğini ayırt edecek şekilde bir çalışma yaptık. Bunun için literatürdeki benzer çalışmaları da tek tek tarayıp analiz ettik. Bu hastaların ne zaman ameliyat olup olmaması gerektiği konusunda daha net bilgi vermek açısından önemli bir argüman ortaya koymuş olduk." ANEVRİZMA RİSKİNİ ARTIRAN ETKENLER  Araştırma için 107 hastanın verilerini değerlendirdiklerini vurgulayan Doç. Dr. Ekşi, şunları anlattı: "Hastaların ön beyin bölgesindeki anevrizmalar (Acom) bir kısmında kanamış, bir kısmında kanamamıştı. Yaptığımız analizler, bu baloncukların üzerinde yeni bir baloncuk oluşabildiğini ve bu şekilde 'yavrulu' anevrizması olanların kanama ihtimalinin 3 kat daha yüksek olduğunu ortaya koydu. Her saptanan yeni anevrizmanın beşte birinde, bu yavru anevrizma mevcut. Bu da kanama oranını artıran bir faktör. Bunun yanı sıra, (eskiden de olsa) hastanın düzenli bir sigara içme öyküsü olmuşsa, kanama ihtimali yüzde 70 artırıyor. Ayrıca genç yaş da riski yüzde 5 artırıyor. Dolayısıyla hasta ne kadar gençse, özellikle 50 yaş altındaysa, anevrizmasının kanama ihtimali daha fazla." "DOKTOR DOKTOR DOLAŞIRKEN KANAYABİLİR" Asıl hedeflerinin 50 yaş altında görülen anevrizmalara kanamadan müdahale edilmesi olduğunu kaydeden Doç. Dr. Ekşi, bunun nedenini ise şu uyarılarla anlattı: "Bizim asıl amacımız bu genç popülasyonda saptanan anevrizmalar. Çünkü çalışmamız da gösterdi ki, onlar daha yüksek risk altında. Dolayısıyla bu kriterleri taşıyan, yani bir şekilde anevrizması teşhis edilmiş (ve var olan baloncuğunun üzerinde başka bir yavru anevrizma daha bulunan) hastaların kanama riskinin yüksek olduğu konusunda ikaz edilmesi, riskin altının çizilmesi gerekiyor. Bu şekilde en erken sürede açık ya da kapalı yöntemlerle var olan anevrizmanın tedavi sürecinin planlanması önem taşıyor. Bazen hastalar emin olmak için birkaç farklı hekime gitmek isteyebiliyorlar. Biz daha önce böyle bir durumla da karşı karşıya kaldık. Hastamız filmleri ile başka doktorlardan fikir almak istedi. Doktor doktor dolaşırken beyin kanaması meydana geldi. Müdahalesini yaptık kanadıktan sonra hasta kurtuldu. Ama herkes bu kadar şanslı olmayabilir." "ENSEDEN BAŞLAYAN BAŞA YAYILAN ŞİDDETLİ AĞRILAR ANEVRİZMAYA ÖZGÜ BİR DURUM" En büyük belirtisi şiddetli baş ağrısı olan beyin anevrizmalarında her zaman net, ayırıcı bir tanı olamayabileceğini de söyleyen Doç. Dr. Ekşi, sözlerini şöyle noktaladı: "Anevrizmanın maalesef kendine has, direkt bir bulgusu olmuyor. Çok nadiren, sızdırma tarzı, ani olmayan kanamalar gerçekleşebiliyor. Bu durumda enseden başlayan, başın her yerine yayılan şiddetli ağrılar başlıyor. Bu belirti anevrizmaya özgü bir durumdur. Bu böyle bir şikayette hasta, baş ağrısını başka hastalıklarla da ilgili olabilir diye düşünebiliyor. Ama bu, normal baş ağrısı gibi olmaz. Acilen en yakın sağlık kurumundaki nöroloji ya da beyin cerrahisi uzmanının değerlendirmesine fayda var. Daha da önemli bir şey, örneğin uzun süredir takipli migren hastası bir kişi, bu ağrıyı migrenden kaynaklanıyor da sanabiliyor. Migren hastalarının da ne zaman ki ağrılarında karakter değişimi olursa, doktorlarına mutlaka başvurması gerekiyor."

Kızamık vakaları haziranda pik yaptı! TTB'den aşılama çağrısı Haber

Kızamık vakaları haziranda pik yaptı! TTB'den aşılama çağrısı

Türk Tabipleri Birliği (TTB), Türkiye’de kızamık vakalarına artışına ilişkin verileri paylaştı. Buna göre 2023 yılının ilk altı ayında görülen kızamık olgu sayısında bir önceki altı aya kıyasla arttı. TTB’nin, Sağlık Bakanlığı’nca Dünya Sağlık Örgütü’ne (DSÖ) bildirilen vakalardan hazırladığı verilere göre ocak ayında 193 olan kızamık olgu sayısı, seyreden aylarda giderek artarak haziranda 782’ye ulaştı. Verilerde düşük aşılama oranları ise dikkat çekerken, Sağlık Bakanlığı da kızamık vakalarına ilişkin 81 ilin il sağlık müdürlüklerine yazı gönderdi. Yazıda, eksik aşılıların yoğun bulunduğu tespit edilen yerlerde il sağlık müdürlüklerinin koordinasyonunda ilçe sağlık müdürlükleri ve toplum sağlığı merkezleri tarafından oluşturulacak mobil ekipler aracılığıyla aşısız ve eksik aşılı çocukların aşılarının tamamlanması sağlanmalı” denildi. TTB SON 12 AYIN KIZAMIK VERİLERİNİ DERLEDİ Türk Tabipleri Birliği Türkiye'de artan kızamık vakalarının verilerini 'Kızamık Salgını Sürüyor' açıklamasıyla yayımladı. Açıklamada, "Türkiye’de 2023 yılının ilk altı ayında görülen kızamık olgu sayısında bir önceki altı aya kıyasla çok yüksek oranlarda artış yaşandı. Verilere bakıldığında salgın, yaşına göre aşısız ya da eksik aşılı bireylerin salgını gibi görünmektedir" denildi. TTB açıklamasında şu önerilerde bulundu: "Henüz vaka görülmeyen yerlerde, olguların en erken görülme yaşına dayalı olarak belirlenecek alt yaş sınırından (6 ya da 9 ay) itibaren çocukların eksik aşıları hızla tamamlanmalıdır. Salgın görülen yerlerde 15 yaşın altındaki çocuklar başta olmak üzere epidemiyolojik örüntüye göre salgın kontrol aşılaması yapılmalıdır. Ek doz aşılama, aşılama takvimindeki aşılamanın yerini almaz. Zamanı gelince takvimdeki aşı uygulanmalıdır. Ek doz aşı ile aralarında en az 4 hafta aralık bırakmaya dikkat edilmelidir. Kamu otoritesi bölgelere göre aşı oranlarını kamuoyuyla paylaşmalı, alınacak önlemler konusunda başta meslek örgütleri olmak üzere toplum katılımının önünü açmalıdır. Aşı kararsızlığı ile etkin bir mücadele yürütülmelidir." SADECE HAZİRANDA 782 VAKA TTB'nin paylaştığı veriler ise şöyle: TTB'nin Türkiye'deki son bir yılda kızamık olgu sayılarını açıkladığı verilere göre, kızamık, önceki altı aya kıyasla çok yüksek artış gösterdi. Verilere göre, son yılın ilk ayı kızamık sayısı 84 iken, bu sayı son altı ayda 2bin 833 oldu. En fazla kızamık vakası ise 782 vakayla haziran ayında olduğu görüldü.

Sıcaklarda varise dikkat! Haber

Sıcaklarda varise dikkat!

İl Sağlık Müdürlüğünden yapılan açıklamada görüşlerine yer verilen Kahraman, varis hastalığının, toplardamarlardan kanın kalbe geri gönderilmesinde işlevsel olan kapakçıkların bozulması sonucunda kanın yer çekimi etkisi ile özellikle bacaklarda birikmesi olarak tanımlandığını belirtti. Varislerin gerek kozmetik gerekse ağrı ve uyuşma gibi sorunlarla hastanın yaşam konforunu önemli derecede etkilediğini vurgulayan Kahraman, "Kronik bir hastalık olan varisin oluşumuna karşı gerekli önlemlerin alınması ve tedavisinin ertelenmemesi gerekmektedir. Tedavi edilmediği takdirde bacaklarda ağrı ve uyuşma gibi semptomlara hatta varisli bölgede yaralara bile neden olabilmektedir" ifadesini kullandı. Kahraman, özellikle yaz aylarında damarlardaki gevşemeye bağlı olarak damar dışına sızan sıvıların neden olduğu ağrı, yanma, kramp gibi yakınmaların artabileceğini aktardı. "Varis hastalarının hareketli olması önerilir" Varislerin kadın ya da erkek ayırt etmeksizin herkeste görülebileceğine değinen Kahraman, şu bilgileri verdi: "Yapılan araştırmalarda toplumun yarısının varis problemi yaşandığı bilinmektedir. Daha çok kadınlarda, gebelik ve menopoz gibi hormon dengesinin değiştiği dönemlerde, aşırı kilolularda, ileri yaşta olan kişilerde, kronik öksürüğü bulunan kişilerde, kabızlık problemi yaşayanlarda, uzun süre oturarak ya da uzun süre ayakta sabit duran kişilerde, çok dar kıyafet ve yüksek topuklu ayakkabı tercih edilen kişilerde görülmektedir. Kilolu hastaların kilo vermesi, sigara içilmemesi, acı ve baharatlı gıdalardan uzak durulması, topuklu ayakkabı ve dar giysiler giyilmemesi bu hususta önemlidir. Bu hastalık sıcak ortamlarda daha da şiddetleneceği için çok sıcak suyla duş alınmamalı, kaplıca, hamam ve sauna gibi ortamlara girilmemeli, güneşlenmek amacıyla bacaklar güneş altında uzun süre tutulmamalıdır. Uzun süre sabit bir şekilde ayakta ya da oturarak durulmamalı. Bu, kanın alt uzuvlarda birikici etkisini arttırır. Bacaklardaki kaslar çalıştıkça pompa vazifesi görüp kanı kalbe doğru yönlendirir. Bu yüzden varis hastalarının hareketli olması önerilir." Doç. Dr. Kahraman, tedavide bu önerilere ek olarak ilaç, varis çorabı ve ameliyat seçeneğinin bulunduğuna işaret etti. Açık varis ameliyatlarını yıllardan beri güvenli ve etkili olarak tercih ettiklerini kaydeden Kahraman, bunun yani sıra radyo frekans yöntemiyle, lazerle, köpükle, yapışkanla tedavi gibi imkanların da bulunduğunu sözlerine ekledi.

Öfke kontrolünde etkili öneriler! Haber

Öfke kontrolünde etkili öneriler!

İnsanlar ara sıra sinirlenmeye meyilli olabilir. Öfke durumunda insanlar adeta kan beynine sıçramış gibi hisseder ve mantıksızca davranır, sonrasında ise yaptıklarından pişmanlık duyarlar. Açıkça ifade edilebilir ki öfke hafife alınmaması gereken bir duygu ve öfke kontrolü yapmayı başarabilmek için ciddi çabalar sarf edilmesi gerekiyor. Öfkeyi ve nasıl işlediğini anlayarak öfkenizin sizi kontrol etmesi yerine siz onu kontrol edebilirsiniz. Neden Öfkeleniriz ? Öfke; doyurulmamış isteklere, engellenmeye, incitilmeye, sınırlarımızın işgal edilmesine, haklarımızın çiğnenmesine, tehdit edilme vb. istenmeyen sonuçlara ve karşılanmayan beklentilere verilen doğal ve evrensel bir duygusal tepkidir. Kendimizi ifade etme fırsatı bulamadığımızda ya da yetersizlik hissettiğimizde de ortaya çıkabilir. Başkalarına öfkelenmenin yanı sıra bazen kendimize karşı da öfke hissetmek olası bir durumdur. Öfke hissettiğimiz her durum bizi aynı yoğunlukta kızdırmaz. Bizi kızdıran olayın özellikleri ve nasıl gerçekleştiği, o durumu öznel olarak nasıl yorumladığımız ve o anki ruhsal halimiz, hissedeceğimiz öfkenin yoğunluğunu etkiler. Öfke Kontrolünde Öneriler 1) Öncelikle duygu, düşünce ve davranışlarınızı fark edin. Sizi neyin öfkelendirdiğini, nasıl bir tepki verdiğinizi, ne hissettiğinizi detaylıca analiz edin. 2) Öfkeliyken bulunduğunuz ortamı bir süreliğine terk edin. Ancak tekrar geri geleceğinize dair bilgi verin. Bunun bir terk ediş olmadığını ve sakinleşmek için yaptığınız bir mola olduğunu dile getirin. 3) Sizi öfkelendiren durum karşında öncelikle karşınızda ki kişiyi dinleyin ve ona sorular sorun. Dikkatinizi olabildiğince onun yanıtlarına yoğunlaştırın. 4) Ardından duygu ve düşüncelerinizi şeffaf ve açık bir şekilde ifade edin. 5) Pişmanlık hissettiğiniz bir durum yaşıyorsanız hangi aşamada olursanız olun özür dilemeli ve pişmanlığınızı dile getirmelisiniz. Uzman Psikolog Kaan Üçyıldız,'' Öfke kontrolü sağlanamadığında farklı problemlerde açığa çıkabilmektedir. Öfkelendiğinizde stres hormonları salınır, kalp çarpıntısı, göğüste sıkışma hissi, ateş basması gibi farklı semptomlara dönüşebilir. Uzun vadede ise bağışıklık sistemini olumsuz etkileyebilir. Öfke kontrolü sağlığınız açısından önem arz etmektedir. Tüm çabalarınıza rağmen hala öfkenizi kontrol edemediğinizi düşünüyorsanız bir uzmana başvurmalısınız.''dedi.

Kanser hücrelerini tespit etmek için bakteriler geliştirildi! Haber

Kanser hücrelerini tespit etmek için bakteriler geliştirildi!

Bilim insanlarından oluşan uluslararası bir ekip, kolon kanseri gibi ulaşılması zor yerlerdeki kanser hücrelerinin tespit edilmesine (hatta tedavi edilmesine) yardımcı olabilecek yeni bir teknoloji geliştirdi. Genetik mühendislik ile geliştirilen bakterinin laboratuvar deneylerinde başarılı olduğu ancak teknolojinin insanlar üzerinde kullanıma hazır olamadığı belirtildi. ERKEN TEŞHİSTE BÜYÜK İLERLEME SAĞLANABİLİR Güney Avustralyalı araştırmacılar, bağırsak kanserini daha hızlı tespit etmek ve mevcut evde yapılan dışkı testlerinin yerini almak için kullanılabilecek bakteriler tasarladılar. Science dergisinde yayınlanan ilk araştırmaya göre, Acinetobacter baylyi adı verilen mühendislik ürünü bakteri, bağırsak gibi bir bölgede arama yapma ve kanser DNA'sını tespit etme yeteneğine sahip. Güney Avustralya Sağlık ve Tıbbi Araştırma Enstitüsü'ndeki (SAHMRI) araştırmayı yöneten Adelaide Üniversitesi Doçenti Susan Woods, bakterinin bağırsak kanseri taraması için bir kan testi geliştirmede kullanılabileceğini belirtiyor. Dr. Woods, bakterilerin pankreas kanseri gibi genellikle geç tespit edilen ve tespit edilmesi daha zor olan diğer kanserleri teşhis etmek için de kullanılabileceğini umduğunu söyledi: "Şu anda pankreas kanseri birçok insan için gerçekten kötü ve üzücü sonuçları olan önemli bir kanser çünkü gerçekten geç tespit ediliyoe. Eğer erken teşhis edebilirsek bu oyunun kurallarını değiştirebilir." ARAŞTIRMANIN DETAYLARI CATCH ya da hedeflenmiş, CRISPR ile ayrıştırılmış yatay gen aktarımı için hücresel deney olarak adlandırılan bir teknik kullanan bilim insanları laboratuvar deneyleri için Acinetobacter baylyi adlı bir bakteri türünü kullandı. Bu bakteri doğal olarak çevresindeki serbest yüzen DNA'yı alarak kendi genomuna entegre etme ve böylece büyümek için yeni protein üretme yeteneğine sahip. Bilim insanlarının yaptığı şey, A. baylyi bakterisini, insan kanser hücrelerinde bulunan DNA'yı taklit eden uzun DNA dizileri içerecek şekilde tasarlamak oldu. Bu diziler, yakalanan kanser DNA'sına kilitlenen bir fermuarın diğer yarısı gibi bir işlev görüyor. Bilim insanları testleri için kolorektal tümörlerde yaygın olarak bulunan mutasyona uğramış KRAS genine odaklandılar. Eğer mutasyonlu DNA'yı bulan A. baylyi bakterisi bunu genomuna entegre ederse, bağlantılı bir antibiyotik direnç geni de aktive oluyor. Bu sayede kanser hücrelerinin tespiti sağlanıyor. Bilim insanları laboratuvarda kolorektal kanser hücreleri enjekte edilen farelerde tümör DNA'sını tespit etmeyi başarmış olsalar da, bu teknoloji henüz gerçek teşhis için kullanılmaya hazır değil. Ekip, tekniğin verimliliğini artırmak ve diğer tanı testlerine kıyasla nasıl performans gösterdiğini değerlendirmek de dahil olmak üzere sonraki adımlar üzerinde çalışmaya devam ettiklerini söylüyor. Gelecekte bu teknoloji, belirli DNA dizilerinin varlığına bağlı olarak vücudun belirli bölgelerine tedavi uygulayabilen hedefe yönelik biyolojik tedavi için de kullanılabilir.

En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.