Hava Durumu

Güneş Dili Teorisi

Yazının Giriş Tarihi: 28.03.2017 16:41
Yazının Güncellenme Tarihi: 28.03.2017 16:41

Dünya  var olduğundan beri güneşin de var olduğu aşikar. Güneş bu dünyadaki yaşamın ana sebeplerinden biri.

Muhteşem bir ahengin düzenli bir parçası. İnsanlığın ilk zamanından beri hep önemli kalmıştır. Bazen Tanrı olmuş, bazen ekinlerin baş vermesi için umut olmuştur. Ama insanlık için hep umut dolu dönemlerin başlangıcı olarak kabul edilmiştir. Yazın gelişini haber veren bahar şenlik gibi geçmektedir. Güneşin bu öneminden yola çıkanlar kökenlerine inip, güneş ve bununla bağlantılı diğer şeyleri araştırma isteği duymuşlardır.

Avusturyalı Dilbilimci Dr. Phil. Hermann Kvergić'in bu konudan yola çıkarak oluşturduğu bir teorisi vardı.  Teorisinin  ana fikri "Türk Dili'nin dünyada esas bir dil olduğu ve dünya dillerindeki birçok kelimenin de Türkçeden türediği”ydi.

Bu teorinin adı “Güneş Dil Teorisi” idi. Bu teori, 1930'lu yıllarda Atatürk tarafından desteklendi. 1932’de emekli General Tahsin Mayatepek Atatürk’ü ziyaret etti. Maya Dili ile Türkçe arasındaki benzerliklerden bahsetti. Mayalar Meksika’da yaşamışlar, Türkler ise Orta Asya’dan gelmişlerdi. Aradaki uzaklığa rağmen, Gazi konuyla ilgilendi. Tahsin Bey’i Meksika’ya elçi olarak atadı. Ona iki dil arasındaki benzerlikleri ortaya çıkarma görevini verdi.

Tahsin Bey elçi olarak Meksika’ya gitti. Orada kendisine Amerikalı Arkeolog William Niven’in bulduğu tabletlerden bahsettiler. Maya Dili’nin kökeninin bu tabletlerde olduğu anlaşılmıştı. Türkçe ile Maya Dili benzerliği bu tabletlerde aranacaktı. Bu tabletler Tahsin Bey’i şaşkına çevirdi. Çünkü tabletler MÖ 200.000 ile 70.000 yılları arasında Pasifik’te yer almış bir kıtayı haber veriyordu. Kıtanın adı MU idi. Avustralya’dan birkaç kat büyüktü. Yüksek bir uygarlığa ulaştıktan sonra deprem veya tufan sonucu battığı sanılıyordu.

İngiliz Albay James Churcward Hindistan’daki tabletleri Tahsin Bey’e bilgi olarak sundu. Bunlar da kayıp Mu Kıtası ile ilgiliydi. Ve Churcward 50 yıl çalışmıştı bu tabletleri çözebilmek için. Bu konuda 5 kitap yayınlamış bir uzmandı. Tahsin Bey, öğrendiklerini, bulduklarını düzenli olarak Atatürk’e rapor ediyordu. Gazi; Churcward’in Mu ile ilgili kitaplarını getirtti ve 60 kişilik bir tercüme heyetine Türkçe’ye çevirme emrini verdi. Kitaplar basılmadı. Daktilo edilerek Atatürk’ün önüne kondu. Atatürk metinleri büyük bir dikkatle okudu. İnsanın yaradılışını anlatan bölümle özellikle ilgilenmişti. Mu’nun insanlığın ana vatanı olduğunu nüfusun 64 milyona çıktığını anlatan bölümlerin altını çizmişti. Mu’da geçen Tanrı kavramıyla da yakından ilgilenmiş, yaratıcının insan aklıyla anlaşılamayacağı, şekillendirilemeyeceği ve adlandırılamayacağı üzerinde durmuştu. Tercümelerde Maya Dili de dahil tüm lisanların Mu Dilinden türediği belirtiliyordu.

Güneşin bu kadar önemli olmasının altında bazı sebeplerin olduğu anlaşılmaktaydı .Güneş Dil Teorisi, temel olarak dünyadaki bütün dillerin “güneş” sözcüğünden başlayarak oluştuğunu kabul ediyordu.

Bu teoriye göre, bütün dünya toplumları için Güneş çok önemlidir. Çünkü Güneş, “ısıtma, ışıtma ve yükselme” özellikleriyle, bütün toplumların nazarında değerli ve yüce görülmüştür. Isıtma özelliği, ateş, duygu, heyecan ve sevgi; ışıtma özelliği, aydınlık, zeka, parlaklık ve güzellik; yükselme özelliği ise, esas, sahip, efendi, çokluk ve güç olarak kabul edilmiştir. Isısının insanların yaşamlarını devam ettirmesini sağlaması, ışığının yol gösterici olması, insanların yiyeceklerini güneş sayesinde bulmaları nedeniyle, insanların Güneş'e bu kadar önem vermeleri, onu bir şekilde ifade etme isteğini doğurmuştur. Bunu da en kolay ifade edilebilen “A” sesiyle dillendirmiştir. İlk bilinçli ses olan “A” sesinin yanında, sanki bir “Ğ” sesi de varmış gibi görünmektedir. Ömer Asım Aksoy'a göre yalnızca bu bile, fonetik olarak bu sözcüğün Türkçe kökenli olduğunu göstermeye yeterlidir; çünkü “Ğ” sesi, yalnızca Türkler’de bulunmaktadır.

Tabi Atatürk’ün  bu çalışmayı desteklemesinin bazı nedenleri de bulunmaktadır. Bu konudaki merakı dışında, bu dönemde dilimiz yabancı dillerin etkisinden kurtarılmak istenirken, daha kötü bir çıkmaza sokulmuştu. Bunun için dilin önündeki engeli kaldırarak, daha düzenli ve bilinçli Türkçeleştirme yapılabilmesi için bu teori bir çıkış yolu olarak görülmüştür.

Ayrıca o dönemde halk, yüzünü Batı'ya dönmüş durumdadır. Uygarlığın ve gelişmişliğin ölçüsü olarak, Batı'yı kabul etmeye başlayan toplumu, öz değerlerimiz içinde yüceltebileceğimiz yönünde düşündürmek için, önce batılı bilim adamlarının Türk Dili üzerindeki yanlış düşüncelerini yıkmak gerektiği düşünülmüştür. Böylece hem açığa çıkan bilgilerin gerçeklik kazanması ve ilerleme arzusu hem de halkı daha “milliyetçi” bir duruşa çekebilmek için, bu teori desteklenmiştir. Tahsin Bey araştırmalarını sürekli olarak Atatürk'le paylaşmaya devam ediyordu. Mu Kıtası’nın batışını anlatan bölümde halkın "Ya Mu bizi kurtar." diye bağırdığına dikkat çekerek Mu’nun bir ilah adı olduğu sonucuna vardı.

Mu kökenli özel isim ve sıfatları, Öz Türkçe ile karşılaştırarak (Kui: kögü : Aile vb.) not alıyordu. Atatürk, önce Türk’lerin kökenini ve Mu dilinin Türkçe ile bağlantısını incelemiş sonra da Mu sembollerini Latin alfabesiyle karşılaştırmıştı.Daha ilginç olan Mu’nun demokrasi ile yönetildiğini ve güneş enerjisinin aydınlatmada kullanıldığını anlatan satırların altını çizmekle kalmamıştı kendi notlarını da iliştirmişti.Bugün bu kitaplardan Kayıp Mu Kıtası ve Mu’nun Çocukları Anıtkabir kitaplığında 1301, 1302 no ile kayıtlıdır. Çeviri metinleri ise kitaplıkta 4 dosya halinde bulunur. Gazi’nin Mu ile ilgili çıkardığı sonuçları ne yazık ki tam olarak bilemiyoruz.

Emekli General Tahsin Mayatepek Meksika’daki araştırmalarında çok daha fazlasını bulmuştu. Maya, Aztek ve Inka uygarlıklarının Türk’lerin kullandığı eşyalara benzer eşyalar kullandığını Atatürk’e iletmişti. Davullar, kalkanlar üzerlerindeki ay ve yıldız sembollerine kadar bizimkilere benziyordu. Tahsin Mayatepek, çalışmalarını belge ve fotoğraflarla 3 ciltlik defter olarak toplayarak Atatürk’e gönderdi. Bunların ikisi 70’lere kadar TDK kütüphanesinde idi. (No:57-56) Üçüncü defter kayıptır. Bu defterlerde dini tören, ibadet ve tapınakların bile şaşılacak kadar benzerliği gösteriliyordu.

Ulus gazetesinde 1935 yılında dillerin kökeni sorunu ile ilgili Notlarımızı anlatan izah başlığıyla imzasız makaleler yayınlandı. 14 Kasım 1935 tarihinde Etimoloji, Morfoloji ve Fonetik Bakımından Türk Dili adıyla makaleler kitap haline getirildi. TDK genel sekreteri İbrahim Necmi Dilmen, Tahsin Mayatepek ile yazışmasında bu notların ve açıklamalarının Atatürk'e ait olduğunu ancak "kendileri isimlerinin ilanını arzu buyurmadıklarından" imzasız yayınlandığını açıklar.

Atatürk’ün 6 ay gibi bir sürede Türkçe’yi Latin harflerine kavuşturacak kadar bilgili ve yetenekli olduğu düşünülürse, onun kesinlikle sıradan bir dil bilimci ve tarihçi olduğu düşünülemez. Öyleyse bu araştırmaları da sıradan bir merak olamazdı. Yine O, neyi nerede arayacağını herkesten iyi biliyordu. Bugün Atatürk’ün gizli kalmış düşünceleriyle birlikte bu araştırmalar da Anıtkabir’in sessizliğinde uyumaya devam ediyorlar. Eğer gerçekten var olduysa, Mu Kıtası’nın kalıntılarının Pasifik’in derinliklerinde durduğu gibi...

Atatürk’ün vefatının ardından bu konudaki ilgiler azalmış hatta farklı bakış açılarıyla başka yönlere de çekilmişti. Vefatından önce verdiği önemi bu teorinin Ankara Üniversitesinde

İbrahim Necmi Dilmen tarafından verilen dersleriyle anlayabiliriz. Fakat vefatının ardından İbrahim Bey de derslerine son vermiş sebebini soran öğrencilerine ise "Güneş öldükten sonra onun teorisi nasıl hayatta kalabilirdi" diye cevap vermişti.

Belki baskılardan belki bu konudaki yalnız kalışından bu konuyla ilgilenenlerde zamanla ilgilenmeyi bırakmışlardır. Ancak Atatürk’ün bu konuda toplumu sadece “milliyetçilik” adı altında halkın duygularını kabartma olmadığı aşikar. Kaybolan ciltler veya imzasız yazılan makaleler bu konuda ucu açık birçok soruyu yanında getiriyor. Meselenin ne ari (saf) bir ırktan geldiğini iddia edip faşizm yolunda ilerleme isteği ne de dünyanın tamamında söz sahibi olmak gerektiği hakkında bir fikirle yola çıkılmadığı ortada. Çok daha büyük meselelerin peşinde koşan bir liderdi Atatürk. Belki dünyanın bir çağının sona erme sebepleri, belki birçok bilginin bugüne uzayan kalıntılarında rast geldiği yaratılış hikayeleri. Belki teknolojinin bu kadar ilerlediğini anladığı yazılardan edinmek istediği bilgi açlığı. Sonu nereye çıkarsa çıksın bir ülkenin batan güneşiyle tüm bu sorular yok oldu.

Geriye bu ülke için geride bıraktığı onun güneşiyle beslenen fidanlar kaldı.

 
Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.