null
Haber Giriş Tarihi:
Haber Güncellenme Tarihi:
https://www.lodoshaber.com
Fatih Akın’ın bu açıklamasına değinmeden önce gelin hep birlikte Fatih Akın’ın sinemasını tanımlamaya çalışalım.
Gegen die Wand (Duvara Karşı),
The Edge of Heaven (Yaşamın Kıyısında),
Soul Kitchen,
Müll im Garten Eden (Cennetteki Çöplük) gibi filmlerle tüm dünyada tanınan Türk asıllı Alman yönetmen
Fatih Akın, ele aldığı konuları kendi vizyonuyla izleyiciye aktaran bir yönetmendir. Vizyonunu anlatmak için kendi yaşamından faydalanan
Fatih Akın filmlerinde kültür çatışması, göçmenlik, iki dünya arasında sıkışıp kalmak gibi temalara yer verir. Kendisininbu temalara yer vermesinin temelinde ailesinin Türkiye’den Almanya’ya göç etmesi ve iki ülkenin kültürü arasındaki farkları yakından görme şansına sahip olması gibi unsurlar yatar. Bir nevi ‘melezlik’ ve ‘karışıklık’ olgusu adı altında
Fatih Akın filmlerinin altyapısını oluşturur. Bu olgular karakterlerin – kültürel farklılıklar bağlamında – yaşadıkları hayatı değiştirip kendi köklerine dönmek istemeleri üzerinden tanımlanır. Kısaca bu normlar altında sinemasını oluşturur.
Fatih Akın’ın sinemasını yakından takip eden sinemaseverler genellikle onun filmlerini ‘göç sineması’ adı altında sınıflandırır. Fakat kendisi filmlerinde böyle bir sınıflandırma yapmadığını, sadece ilgisini çeken konuları sinemaya aktardığını ve kendi vizyonunu oluşturduğunu birçok röportajında dile getirmiştir. Ona göre düşündüğü bir konuyu filme aktarmak tıpkı bir devletin kendi dinini korumak için mücadele ettiği kutsal bir savaştır.
Fatih Akın’a göre bir hikayeyi sinemaya aktarmak için kendi vizyonunu olduğu gibi korumak gerekir. Bu da hiçbir etki altında kalmadan sadece işine odaklanmak ve o uğurda mücadele etmekten yana olur. Tıpkı bir devletin cihad yapmak gibi bir şeydir, yani bütün gücünü kullanarak gayret edildiğinde istediğin sonucu alırsın. Bu benzetmeyi ise
Variety sitesine verdiği röportajda şu şekilde dile getirmiştir:
“Film yapmak bir savaş, kutsal bir savaştır ve benim kendi cihadımdır. Bir savaşta olduğun zaman siper alırsın, kendini korumak için müttefikler yaratırsın ve hayatın o müttefiklere bağlıdır.’’ Bruce Lee Hayranlığı Fatih Akın sinemasını takip eden sinemaseverler kendisinin sıkı bir
Bruce Leehayranı olduğunu bilirler. Küçüklüğünden beri kung-fu, karate ve kick boks sporlarına ilgi duyan
Fatih Akın,
Bruce Lee’nin tarzından çok etkilenmiş, bir gün onun gibi bir yönetmen olmayı istemiştir.Aksiyon filmlerine özel bir ilgi duyan
Fatih Akın ‘büyük bir usta’ olarak nitelendirdiği
Bruce Lee‘nin dövüş sanatının tek efendisi olduğunu savunmuştur.
Fatih Akın’ın
Bruce Leehayranlığının izlerini kendi sinemasında görebiliriz. 2005 yılında senaryosunu yazdığı
Kebab Connection filmi bunun güzel bir örneğidir. Filmde Hamburg’ta yaşayan ve sıkı bir Bruce Lee hayranı olan İbrahim adında bir gencin Alman kung-fu yapımı filmini çekmek için yaşadığı olaylar anlatılıyordu.
Bruce Lee‘ye birçok atıfta bulunan
Kebab Connection espri anlayışıyla kült özelliklerini taşıyan bir film haline geliyor. Bir kez daha anlıyoruz ki
Fatih Akın büyük bir saygı duyduğu
Bruce Lee’yi bir şekilde filmlerinde yaşatmaya çalışıyor.
İlham Aldığı Filmler Fatih Akın’ın
The Edge of Heaven,
Soul Kitchen ve
The Cut filmlerinin çıkış noktası, sinema dünyasında kalıcı izler bırakan birçok filmden ilham alınarak ortaya çıkmıştır.
The Edge of Heaven(Yaşamın Kıyısında), Meksika sinemasının dünyaca ünlü yönetmeni
Alejandro González Iñárritu’nun
21 Grams ve
Amores Perros (Paramparça Aşklar Köpekler) filmlerinin konusundan ilham alınarak yapılmıştır.
21 Grams ve
Amores Perros filmleri bir grup insanın kesişen hayatlarını anlatıyor.
21 Grams, kader ve raslantı aracığıyla üç farklı insanın kesişen hayatını incelerken;
Amores Perros’ta Meksika toplumunda farklı sosyal statülerine sahip üç insanın hayatının birleştiği anlardan olayları anlatma yoluna gidiyor.
The Edge of Heaven filminde Fatih Akın’ın yaptığı şey ise altı farklı insanın Türkiye-Almanya ekseninde birbirleriyle iç içe geçen hikayelerini izleyiciye vurgulamaktadır. Üç film, tema olarak aynı şeylere sahip olmasına rağmen
The Edge of Heaven teknik anlamda küçük bir farklılığa sahiptir. Fatih Akın filmdeki kamera açılarını yaratırken Japon sinemacı
Yasujirō Ozu’nun tekniğinden etkilenmiş, kamera hareketlerini minimuma indiren bir anlatım yolu seçmiştir. Bu durum da filmin teknik anlamda daha iyi bir niteliğe sahip olmasına yol açmıştır.
Fatih Akın’ın sevgilisi Almanya‘dan Şangay‘a taşınan ve işlettiği
Soul Kitchenadlı restoranda işleri pek yolunda gitmeyen Zinos’un hayatını düzene sokmak için verdiği mücadeleyi anlattığı
Soul Kitchen filminin ilham kaynağı,
Paul Thomas Anderson’ın 1998 yılında çektiği
Boogie Nights filmidir. Her iki filmin çıkış noktasını ana karakterlerin mesleğinde yükselmek için yaptığı hareketler, davranışlar oluşturuyor. Bu bakımdan her iki film mekan ve zaman olarak farklı temalarda işlense de benzer yönlerinin olduğunu görebiliyoruz.
Kesik – The Cut Filmi Fatih Akın’ın 2014 yılında gösterime giren aşk, ölüm, şeytan üçlemesinin son filmi olan
The Cut, hikayesini I. Dünya Savaşı yıllarında yaşanan Ermeni tehciri üzerine kuruyor. Film, Mardin’de yaşayan Ermeni Nazarat’ın savaş zamanı ailesinden kopartıldıktan sonra öldüğünü sandığı kızlarını bulma çabasını anlatıyor.
The Cut, Fatih Akın’ın tarihi bir olayı kendi vizyonuyla sinemaya aktardığı ilk film. Bu filminde alışılmış tarzından farklı bir yol izleyenAkın,The Cut’ın konusu itibariyle vizyona girmeden önce bir çok tartışmayı beraberinde getirdi ve bazı insanlar tarafından filme önyargı ile bakılmasına neden oldu. Bazı insanlar için böyle hassas bir konuyu filme almak riskli bir tercih olsa da Fatih Akın hiç bu şekilde düşünmüyor. Varietysitesine verdiği röportajda belirttiği gibi filmin çıkış noktası Türkiye’de tabu olan bir konu üzerinden genel hikayeyi oluşturmaktı. Uzun yıllardır projeyi hayata geçirmek isteyen Fatih Akın, bu bağlamda çalışmalarına başladı ve filmin senaryosunu
Mardik Martin (Martin Scorsese’nin Mean Stress ve Raging Bull filmlerinin senaristi) ile beraber yazdı. Mardik Martin’in Ermeni vatandaşı olmasından dolayı filmin hikayesini oluşturmakta yardımcı olduğunu belirtti. Filmi western tarzında çeken Fatih Akın bunu yapmasının nedenlerini; hikayenin geçtiği doğayı daha iyi anlatmak, kullanılan renk tonları arasında uyum göstermek ve kendisini etkileyen yönetmenlere karşı olan bakış açısını aktarmak şeklinde sıraladı. Özellikle
Elia Kazan’ın
America America’sı filmin ilham kaynağını oluşturmuş ve filmi bu ilhamdan yararlanarak çekmiştir.
Bahsettiğimiz sıkıntılı yapım sürecini atlatan
The Cut vizyona girdi. Film çoğu eleştirmen tarafından Fatih Akın’ın en zayıf filmi olarak nitelendirildi ve aşk, ölüm, şeytan üçlemesinin en zayıf halkası olarak akıllarda kaldı. Fatih Akın filmi nasıl çekerse çeksin, Türk ve Ermeni vatandaşlarından iyi ya da kötü yönde bir takım tepkiler alacağını hiç kuşkusuz biliyordu. Bunun farkında olan yönetmen, Türklerin filme hangi tepkiyi göstereceğini bilmeksizin seyircinin kararına her zaman saygı duyduğunu belirtmiştir.
Yeni Projeleri Variety’e verdiği röportajda Fatih Akın gelecek projelerinden bahsetmeyi unutmadı. Bu projelerden ilki Wolfgang Herrndorf’un Almanya’da çok satan gençlik romanı
Tschick (bazı kaynaklarda Goodbye Berlin olarak geçiyor). Roman, mutsuz bir ailenin çocuğu olan 14 yaşındaki Maik ve göçmen bir ailenin çocuğu olan Tschick’in öyküsünü konu alıyor. Almanya’nın ilginç yerlerine gidecekleri bu yolculukta yaşadıkları maceralar ikisinin de hayatında önemli bir dönüm noktasına neden olur. Maik’in bakış açısından anlatılan roman, sanatsal yönünün ağır basmasıyla biliniyor. Çekimleri hali hazırda devam eden
Tschick’in ne zaman vizyona gireceğini ise bilmiyoruz. Fatih Akın’ın diğer bir projesi de; Almanya’da 10 yıldan fazla bir sürede her yıl bir insan öldüren seri katilin hikayesinin anlatılacağı proje. Bu seri katil kurbanlarını genellikle Almanya’da yaşayan Türklerden seçerken bazen Yunanları ve Alman memurlarını da kurban olarak belirliyor. Bu cinayetlerin tek ortak noktası ise cinayet silahının bütün hepsinde aynı olması. Henüz ismi olmayan ancak senaryo çalışmalarına başlanan yapım ilginç bir film olacak gibi duruyor. Kaynak:
FilmLoverss Sıla Şahinöz