Hava Durumu

Savaşın çocukları ve inci kolyeli kız

Yazının Giriş Tarihi: 31.07.2017 18:14
Yazının Güncellenme Tarihi: 31.07.2017 18:14
Muhammet'i sevgili arkadaşım ve aynı zamanda da kızlarımın da efsane diş perisi-hekimi olan Semin Çamaşuvi Sönmez sayesinde tanıdım. Daha doğrusu O'nu ilk gören, tanıyan, tanışan ve farkeden Semin'di. Her şey, Semin'in Muhammet'i okulda olması gereken bir saatte çöp toplarken görüp neden okulda olmadığını sormasıyla başladı. Sonra Semin Muhammet'in fotosuyla beraber durumunu bana aktardı. Ben vaziyeti sosyal medyada duyurdum. Paylaşımım ses getirdi. (Bu ifadeyi sevmiyorum ama yerine daha makulünü bulamadım) Devreye ilk olarak çocukluk arkadaşım Hilal Kırıcı Pirioğlu, "aaaaa... Bu bizim Muhammet, kağıt toplayan o tatlı çocuk" diyerek girdi. Meğer benim vicdanlı dostum Hilal de Muhammet'i sokaklardan tanır, ayrı severmiş. Suriye'deki iç savaşın en hazin mağdurlarından biri olan Muhammet'in izini Hilal sürdü. Tek göz odada 18 kişi kaldıkları evinin adresini de O bularak bizim Muhammet'e ulaşmamızı sağladı. Gerisini de Sınav Okulları Sahibi Gıyasettin Bingöl getirdi. Muhammet ve o korkunç savaştan canını zor kurtaran yeğenleri, önümüzdeki eğitim-öğretim yılında Gıyasettin Bingöl'ün bursuyla Sınav Okulları öğrencileri olarak umarım ki başarılı bir geleceğe adım atacaklar. Buraya kadarı işin özeti. Ve şimdi esas yazılması gerekenler: Bu arada, faşiste barız bir şekilde, ağız dolusu faşist demeyi sevdiğim için faşistlerden bahsederken faşist yazmakta da bir beis görmüyorum. Kaldı ki, bu yazıyı yazmaktaki amacım salt Muhammet'in hikayesini aktarmak değil toplumdaki zalim ruhlara işin gerçeğini gösterebilmek... *** Muhammet, amcası, yengesi ve onların 10’dan fazla çocuğu, Bursa'da öyle bir yerdeki öyle bir tek göz odada yaşama tutunmaya çalışıyor ki, layığıyla betimlemeye kalksam kendimi affetmem! Hani o insanlardan bahsederken, iler tutar yanı olmayan saçma sapan iddiaları ortaya atan kalpsiz faşistlar var ya... Yok efendim "maaşa bağlanmışlar", yok efendim "devlet onlara şunları şunları sağlıyormuş" oymuş, buymuş, elinin körüymüş! Yok kardeşim öyle bir şey. Ne imkan, ne gelir, ne ev, ne sefa ne de başka bir şey var. Muhammet ve savaştan geriye kalabilen ailesi, akla hayale gelemeyecek kadar zor koşullarda yaşıyor. İnanmayan, gider bu sığınmacı insanların yaşamaya çalıştıkları o evleri gözleriyle görür. Dedim ve umuyorum ki konuya geçtim. Gıyasettin Bingöl'le birlikte Muhammet'in yaşadığı eve gittiğimizde bizi savaş gazisi amcası ve birbirinden güzel bir dünya çocuk karşıladı. Muhammet'in amcası ve Gıyasettin Bey Arapça konuşup anlaştılar. Neler konuşulduğunu bana çevirip anlatmak da Gıyasettin Bingöl'e düştü. Muhammet'in babası iç savaşta öldürülmüş! Aynı savaşta yaralanan amcası da kendi ailesi ile birlikte Muhammet'i de yanına alıp Türkiye'ye sığınmış. Muhammet'in annesi ise diğer çocuklarıyla birlikte Suriye'de kalmış, ya da kalmak zorunda kalmış. (Detay soramadım. Korktum, utandım...) Hasılı, Muhammet'in ne annesi var ne babası! Biri öldürülmüş, diğerinin de aynı kaderi paylaşıp paylaşmayacağını kimse bilmiyor. Amca anlatırken, mutfak olduğunu tahmin ettiğim yerden baştan annelerinin yanına saklanmış dünya güzeli çocuklar gelmeye başlıyor o tek göz odaya. Bize bakıp inceliyor, neden orada olduğumuzu ya da ne yapmaya çalıştığımızı anlamaya çalışıyorlar. Önce kapı aralığından ürkek bir bakış... Sonra usulca içeri süzülme... Sonra tam karşımıza geçip sıra sıra oturma... Ve en sonunda da dünya güzeli gözlerindeki kocaman gülümsemeyle başlayan iletişim... Türkçe bilmiyorlar. Ama bakışlarıyla hiçbir kelimenin anlatamayacağı kadar net bir şekilde ortaya koyuyorlar yaşadıkları gerçeği! Ürkek ya da korkak değiller. Ama hepsi alabildiğine ölçülü ve tedirgin... Had bilmiş çocuklar onlar... Daha doğrusu, daha küçücük yaşlarında hadleri bildirilmiş çocuklar... Gıyasettin Bey ve Muhammet'in amcası Arapça konuşurken ben çocuklarla bakışıp gülüşüyorum. Derken amcası, cep telefonunda kayıtlı bir fotoğrafı gösteriyor bize. Yerde yatan parçalanmış bir erkek bedeni! O kareyi görür görmez istemsiz bir şekilde sıçrıyorum yerimden. Gıyasettin Bey açıklama yapıyor: "Bu adam Muhammet'in savaşta öldürülen babasıymış!" Gözümün önünde Muhammet'in paramparça babası! Karşımda o savaştan kaçan, karşılıklı gülüştüğümüz küçücük çocuklar... Kendimi, "bu kareyi görmemişlerdir umarım" diye salak salak düşünürken buluyorum. Sonradan aklıma geliyor, o çocuklar canlarını buraya atmadan önce kim bilir ne cesetler gördü! Kim bilir hangi akrabalarının, yakınlarının yanmış, parçalanmış cesetleriyle yüz yüze geldi! Ardından yine telefonuna kayıtlı olan bu kez sesli bir görüntü açıyor Amca... Perişan bir hastane odası! Berbat bir yatak! Ve o yatakta acıdan bağırarak, inleyerek can çekişen bir adam! "Bu adam da Suriye'de kalan diğer kardeşleriymiş" diye anlatıyor darmaduman hale gelen Gıyasettin Bingöl. "Yaralanmış ve durumu ağırmış. Geçen gün bir akrabaları çekip göndermiş bu kaydı!" Bana en fazla gelen, beni fersah fersah aşan an bu oluyor. Acıdan bağıra bağıra can çekişen bir adam... Ölenler, kalanlar, kaçanlar... Kendi telefonumdaki kayıtlar geliyor aklıma... Eceliyle ve hatta vaktiyle ölen aile bireylerinin, sevdiklerimin fotoğraflarını dahi asla kayıtlı tutamadığım. Çok ama çok daha fazla özlemekten korktuğum için göz göze gelmekten kaçtığım... Alis Harikalar Diyarı ayarındaki telefon kayıtlarımı düşünüyorum. İyi ve güzel anlar, doğum günleri, tatil anıları... Tatlı ciciş mesajlar, kalpler, çiçekler... Amca'nın elinde tuttuğu telefon ise gerçek bir savaş arşivi! Parçalanarak ölen kardeşler, parçalandıkları için can çekişerek ölmeyi bekleyen başka kardeşler... Onları her fırsatta savaştan, ölümden kaçtıkları için suçlayan bir dünya azman faşistin tavırları... "Gitsinler bizim ülkemizden!" diyen bir ton mankafa... Kayıt bitiyor. Can çekişen adam susuyor ve o dünya güzeli küçük kız, korumaya kararlı olduğu mesafeyi gözeterek, olabilecek kadar yakınıma geliyor. Neyi izlediğimi bildiği için mi? İzlerken verdiğim tuhaf ve hatta belki de şımarık tepkilere şaşırdığı ya da üzüldüğü için mi? Bilmiyorum. İlk kez çok yakınıma geliyor. Bu kez tam göz gözeyiz... Ömrümde gördüğüm en güzel gözler... Ve olabilecek en derin, en ışıklı bakış... Bakışırken ansızın odadan çıkıyor, hatta fırlıyor. Bir kaç saniye sonra boynuna taktığı inci bir kolyeyle geri geliyor. Bunu senin için taktım dercesine bakıyor bu kez... Senin için süslendim. Geldiğim, kaçtığım ülkenin halini gördün. Yaşadığım yeri gördün... Ve hepsinin içinde beni gördün... Ben de senin için süslendim... *** "Dediğim gibi" diye devam edecektim. Ama asla izah edemediğimi, edemeyeceğimi anladım. İzah edemedim. Çünkü kelimelerim yetmedi. Zira daha önce hiç böyle bir gerçeği, böyle hayatları bu kadar yakından görüp, bilip anlatmaya çalışmamışım. Daha önce hiç savaşın çocuklarının hayatına bu kadar yakından bakmamışım. Daha önce hiçbir cep telefonunda savaşta parçalanmış baba, kardeş cesedi fotoğrafı görmemişim. Daha önce hiçbir cep telefonunda can çekişerek ölümü bekleyen parçalanmış kardeş kaydı izlememişim. Ve daha önce hiç kimse bana o inci kolyeli kızın yaptığı gibi bir jest yapıp, öyle güzel bakmamış... *** Esas Muhammet var anlatılması gereken... O'nu da bir başka yazıya bıraktım. Okulun ilk gününde yanında olabilirsem şayet... O ana tanıklık ettiğimde yazacağım Muhammet'i... Yazarın notu 1: Ben bu yazıyı tamamlayamam. Bu noktadan alıp hiç bir finale bağlayamam. Aynı böyle kalsın. Yazarın notu 2: Bizi Muhammet ve ailesine ulaştıran Sevgili Semin'e, Sevgili Hilal'e teşekkür ediyorum. Ve tabii ki, hem okullarını bu çocuklara açan hem de şimdi burada anlatmaktan imtina ettiğim, kendisinin de belirtilmesini istemeyeceğini düşündüğüm olanaklarını bu çocuklar ve sağ kalabilen aileleriyle paylaşan Gıyasettin Bingöl'e teşekkür ediyorum.
Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.