Hava Durumu

Nerde O Eski Ramazanlar...

Yazının Giriş Tarihi: 25.06.2016 15:48
Yazının Güncellenme Tarihi: 25.06.2016 15:48

Ahir ömrüm boyunca hiç bir vakit, "biz Osmanlı'yız" diye şişinenlerden olmadım. Sanrılarının gazıyla şişinip gezenlerden ise hiç hazzetmedim.



Hem sen niye Osmanlı ya da Osmanlı torunu oluyorsun?

Ecdadın gözü ne ara büyükanneni gördü ki?

Hani şu trend kepslerde de belirtildiği gibi:

Osmanoğulları bir aile.

Genetik haritası hususi toplamadan beter olan bir hanedan...

Bu durumda Osmanlı'dan hem bana nedir?

Hem de neyimedir?

İlaveten...

Osmanlıcı hiç olmadım!

Ve yine ahir ömrüm böyle olana en iyi ihtimalle hayret etmekle geçti.

Lakin, yaşadığı dönemin hemen hemen hiç bir şeyine uyum sağlayamayan...

Hayata daima çok ama çok geç geldiğine,  geç kaldığına inanan...

Hatta bundan yüzde yüz emin bir ayrık otu olarak, aklım, fikrim ve dahi ruhum oldum olası geçmişte kaldı.

Sanki aslında ben o zamanlarda yaşamışım. Daha doğrusu, o zamanlarda güzel güzel yaşarken, birden saçma ve hazin bir şey olmuş. Beni almış, şu döneme fırlatmış! Dikkatinizi çekerim, getirmiş bile değil, fırlatmış!

Edebiyatından, müziğine, sosyal yaşamından envai çeşit rutinine, tarzından, tavrına hiç bir şeyine ait hissetmediğim bir sakil dönem...

Cezmi Ersöz ya da Tuna Kiremetçi okumak gibi gençlik hatalarım hiç olmasaymış mesela.

Elbette elimi sürmedim ama, İclal Aydın'ın yazdıklarını zaman zaman "Çok satanlar-iyi halt edenler" standa hiç görmeyip, Samipaşazade Sezai ve Nabizade Nazım'da takılıp kalsaymışım.

Sadece, İntibah ve Cezmi kurutsaymış içimi. Rumuzul Edeb ya da Sergüzeşt'e razı olup, Peyami Safa'nın Sözde Kızlar'ını bir kere okuyup bırakacağıma, en azından üçleseymişim.

Mehmet Rauf'un, baş yapıtı Eylül'ü yazdığı Servet-i Fünun dönemi hiç bitmeseymiş.

Sadettin Kaynak, Yesari Asım Arsoy ve Avni Anıl'dan başkasını tanımayışım.

Tatyos Efendi'ye meftun oluşlarım falan hep içinde yaşadığım zaman dilimine tezat ruhumun, hiç yaşamadığı geçmişe takılıp kalmasıdır.

***

Vaziyet böyle olunca, dönemin Ramazan'ları da... Alabildiğine kibirli, görgüsüz hal ve gidişi de ayrı bir batıyor insana.

Kendi yaşamış da, özlüyormuşcasına, nerde o eski Ramazanlar? Dedirtiyor insana.

Hani şu insanların, gökyüzünü takip ederek Hilal'i görmeyi beklediği zamanlar...

Hilal görüldüğü an oruca başlanıp, bir daha görüldüğünde de oruç tutmanın bırakıldığı, Hilal'i ilk görene müjdesinin, ödülünün verildiği zamanlar...

Vermenin, yardımın insana yaraşır biçimde, gizliden, fark ettirmeden, fark ettirip ezmeden, ona buna ifşa etmeden yapıldığı o naif zamanlar...

Geçenlerde okudum.

Eski zamanların zenginleri, Ramazan ayı geldiğinde tebdil-i kıyafet gezerek, hiç bilmedikleri semptlerdeki bakkal, manav, fırın ve benzeri dükkanlara gider, oraların sahiplerinden (Zimem Defteri)  şimdiki adıyla veresiye defterini ister, hiç tanımadıkları insanların borçlarını ödedikten sonra...

"Bu borçları kapandı.

Allah kabul etsin" der ve kendilerini tanıtmadan çeker gidermiş.

Borcu ödenen, borcunu ödeyenin kim olduğunu, onu bu yükten kimin kurtardığını bilmezmiş.

Borcu ödeyenler de, yaptığını daha o dakika unutur, sağda solda asla anlatmazmış.

Peki ya şimdi...

Tıpkı Tatyos Efendi yerine Serdar Ortaç dinlemek gibi her şey...

İyilik de, yardım da alabildiğine görgüsüz, alabildiğini sakil, alabildiğine utanç verici.

Kim, hangi zengin, hangi kurum, kaç kişiye iftar verdi?

Dönemin en gudubet ifadesiyle, "kaç kişiyi doyurdu!" Biliyoruz.

Doyuranları, doyanları, neyle doyduklarını... Ve bir başkasını asla ilgilendirmeyecek tüm detayları biliyor olmamız, zamanın ruhumuza attığı en büyük kazıklardan biridir bence.

"Falanca kurum olarak, bu akşamki iftar davetimizde, şu görmüş olduğunuz insanları, yine şu görmüş olduğunuz yiyeceklerle doyurduk! Allah kabul etsin." Diye paylaşım yapılan bir dönemi, Rab'bim sevabını kabul etse de, benim fani ruhum kabul etmiyor.

Kamu kurumlarının, kamu kaynaklarıyla verdikleri şatafatlı iftarlarda, körler sağırlar birbirini ağırlar mantığıyla, kankilerini- mevkidaşlarını-müteahhitlerini yedirip içirmelerini de kabul etmiyor.

Ramazan yardımlarını, o yardımları almak zorunda kalan insanlarla birlikte...

"Bak bu erzak kolisi!

Bu da ona muhtaç olan insan!"

Kompozisyonuyla ilan eden ve bu esnada sosyal belediyecilik yaptığı sanrısıyla yereli yöneten mankafaları da kabul etmiyor.

***

Hasılı, sevemedim şu içinde yaşadığım zamanı.

Geçtim kötülüğünü, haksızlığını, hadsizliğini...

İyilik olarak kabul edilen, sunulan, burnumuza dayatılan, iftiharlar edilen müstakbel sevaplarını bile sevemedim.

Ne diyim...

Hayrını görün!

Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.