Hava Durumu

Her Zaman İlk Başlayan Boşlukta İlerler

Yazının Giriş Tarihi: 08.03.2015 16:40
Yazının Güncellenme Tarihi: 08.03.2015 16:40

Oğuz Atay ‘Tutunamayanları’ yazdığında ‘Tutunamayanlar’ ‘Tutunamayan’ olduklarını belki de ilk kez bilinç düzeyinde fark ettiler. Ben evrimleşmeye inanıyorum. Kölelik bile ancak yaklaşık yüz elli yıl önce kaldırılabilmişse psikolojik evrimleşme devam ettikçe insanlık tarihi boyunca psikolojik olarak köle durumunda olanların da anlaşılabileceği zaman gelecektir.

Tutunamayanlar aslında geleneksel ailelerden gelip de modernleşmeyi seçtikçe anne-babasız kalan, bu nedenle beslenemeyerek ölen bireyler. Çünkü evrim teorisine göre çocuklukta özellikle 5 yaşına kadar anne-babamızı severiz. Çünkü eğer onları sevmez ve aramızda bir bağlılık geliştiremezsek kendimizi besleyemediğimiz için açlık ve dolayısıyla hastalıktan ölürüz.

Aynı şekilde toplumsal beslenmenin olmadığı yani bulunduğunuz topluluğa ait hissedemediğinizde de ruhun beslenmesi durur. Bazı intiharlarda ruhun ölmesi bedensel ölümün nedenidir aslında. Ruh canlılığını sürdüremediği için beden onun arkasından gider.

Reşat Nuri Güntekin’in ‘Çalıkuşu’ kitabındaki Feride’nin sorunu da aynı aslında. Gerçekte de annesi yok. Ancak aynı zamanda gittiği okul nedeniyle edindiği kimlikle içinde yaşadığı toplumun istediği kimlik arasında da çok çelişki var. Bu kadınlar ruhsal olarak annesiz babasız kaldıkları için kendilerine kardeş, arkadaş, destek ve yaşamın içinde bir vaha yaratmak amacıyla hareket ediyorlar.

Sanırım bunu şöyle ifade edebiliriz. Bulunduğun ortamda yaşamda kalmanı sağlayacak yiyecek yoksa bir süre sonra ölürsün. Ama eğer hareket halinde olursan yiyecek bulabilirsin. Ayrıca yiyebileceğin yiyecekler ekersin içgüdüsel olarak. Sonra ektiğin yiyecekler tohum verir. Gittikçe çoğalır ve artık açlıktan korkmazsın. ‘Çalıkuşu’nda Feride köy okulunda bulduğu ‘Munise’ yi yanına alarak ona benzeyen bir varlık yaratmaya çalışmıştır aslında.

Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyet’ ini kurmasındaki psikolojik süreçte benzer bir süreç bence.

Tutunamayanlar için iki seçenek var gibi görünüyor:

Geleneksel toplum kendisine benzer insanlar yaratıyorsa, ‘tutunamayanlar’ kendilerine en kötü ihtimalle o toplumda bir’ vaha’ yaratabilirler. Bu da bir çeşit ‘tutunma’ olabilir böylece. Ya da hareket halinde olursunuz ve tutunmanız gerekmez. Ece Temelkuran’ın  ‘Düğümlere üfleyen kadınlar’ kitabı hareket halindeki ‘tutunamayan’ kadınlarla başlıyor ama roman kadınların kendilerine bir ‘vaha’ yaratmasıyla sona eriyor.

‘Tutunamayan’ demek aslında niye tutunamadığını sorgulayıp duran kişi demek. Oysa o gerçek ‘aydın’ kişi. ‘Aydın’ın kendini sorgulaması gereksiz ve anlamsız aslında. Zaman ve mekandan bağımsız ruh kardeşleri var. Ama insankişi zaman ve mekanla sınırlı. ‘Tutunamayan’ ı yanılgıya götüren ve yalnızlaştıran da bu.

 Hollywood yapımı ‘Göl Evi’ filminde aynı mekanı - kuantum fiziğe göre –aynı zaman diliminin farklı katmanları olarak aynı zamanda paylaşan ama birbirini göremeyen iki kişi anlatılır. Aynı mekanı farklı zaman katmanlarında ama göreceli olarak aynı zamanda paylaştıklarını fark ettiklerinde aynı evin posta kutusundan birbirlerine mektuplar göndererek iletişim kurma yolu bulurlar. Dünya tarihindeki bütün tutunamayanlarsa farklı zaman diliminde yaşayacak kadar az bulunduklarından kitap yazmak ve film çekmek yoluyla biribirlerine ulaşmaya çalışırlar. Örneğin bu yazı bir ‘Beni duyan ve anlayan var mı?’ sorgulamasıdır. Bu yazıyı birkaç yıl sonra Türkiye’nin herhangi bir yerinde bir insankişi okuduğunda benim içine yazımı koyup denize bıraktığım şişe bulunmuş olacaktır.

Sylvia Plath’in ‘Sırça Fanus’ unu ilk okuduğumda aklıma ortaokulda geçirdiğim yazlar gelmişti. ‘Ruh halim ne kadar da benziyor? ‘ diye düşünmüştüm. Eğer S. Plath sihirli bir aynaya sahip olabilse ve benim kitabını okuduğumu görebilseydi, belki de intihar etmezdi. Olasılıkla kendinin dünyadaki tek ‘tutunamayan’ olduğunu düşünerek öldü. Oysa o biraz benle yaşıyor. Onu anlayan bir kızı var.

İlk başlayan boşlukta ilerler. Biz bu yılların ‘tutunamayanlar’ ı daha şanslıyız. İlk başlayanlar bizim arkalarından geleceğimizi belki tahmin ettiler ama inanamadılar. ‘Tutunamama’nın bireyi ‘depresyon’a soktuğunu bilmiyorlardı. ‘Depresyon’ u bilmeyince sürecin daha da kötüleşerek ilerlemesine engel olamadılar.

‘ Evrim’le anlatmaya çalıştığım buydu . Artık bizim bizi besleyen – belki biyolojik deği-l ama ruhsal anne-babalarımız var. Tohumlarını attılar ve şimdi ‘tutunamayan’ ruhlar çoğalıyorlar. Ruhsal anne-babalarının yazıları ve filmleri sayesinde başlarına ne geldiğini ve geleceğini biliyorlar.

‘Tutunamayan’ olmak başlangıçta zor. Karşınızda ne olduğunu bilirseniz, zorluk gittikçe azalır.

 Başta yalnız olduğunuzu bileceksiniz. Sonra sizin ayrı bir ‘ruhsal ırk’ olduğunuzu. Sanki uzaydan gelmişsiniz gibi, E.T gibi. Çünkü yaşadığınız topluluk için E.T’siniz. Herkesin genetik olarak bildiği şeyleri - ‘ruhsal ırk’ınız değişik olduğu için- siz öğrenmek zorundasınız.1-0 yenik başladınız.

Yolunuzu seçmek zorundasınız. Her şeyi A’dan Z’ ye  yeni baştan mı öğreneceksiniz. Yoksa genetik materyalinizi başkalarına mı aktaracaksınız.

Cumhuriyet’in başında 130milyon Türkiye nüfusunun 10 milyon’u köylerde yaşıyordu. Köy yaşamı bittiğinden beri insanlar ‘ruh kardeşini’ aramak zorunda kaldı ya da arama şansına erişti.

Şimdi ‘Küreselleşme’ ile birlikte ‘ruh kardeşini’ başka ülkelerde arıyor. Kadınlar ve erkekler ‘ruh eşlerini’ ise önce başka şehirlerde arıyordu. Şimdi başka ülkelerde arıyor.

Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.