Hava Durumu

Yaşamak düşlemektir

Yazının Giriş Tarihi: 15.12.2016 14:44
Yazının Güncellenme Tarihi: 15.12.2016 14:44

“İyi veya kötü insan diye bir şey yoktur. İnsanlar iyi veya kötü olmayı düşünceleriyle belirlerler. Neyi düşünüyorsak oyuzdur. Kişinin düşüncesi düşünün rengine boyanmıştır.”

William Shakespeare

Sen henüz doğmadın ama sen doğmadan senin için seçilen renkler belirlendi, giyeceklerinin ayrımı yapıldı hatta sevmeni planladıkları oyuncaklarını bile şimdiden aldılar!

"Büyüyünce ne olacaksın?" sorusuna cevabın hazırlandı. Sen  dünyaya gözlerini açtığın o ilk andan beri hep yarışın içine sürüklendin.

Mavinin rengini erkeğe, pembeyi de kıza verdiler. Erkeğin hayalini kızlardan, kızların hayalini erkeklerden sakladılar  ve kızları hep biraz eksik istediler.

Küçükken çalmaya başladıkları hayallerinizle sizleri tehdit ettiler. Birer boşlukta doğan ve elbette doldurulması gereken bedenlerinizi, dinlerle, dillerle, ırklarla süslediler. Yoğrulmayı bekleyen ruhlarınızı, şekillenmeden budadılar.  Dedim ya, kızlar hep eksik yetişsin istediler. Yapabileceklerinden çok yapmaları gerekenleri anlattılar onlara.

Birçok devrin  yasaklı listelerinde, ilk maddeye koydular kızlarını babaları…

Hidayet Bey de bu babalardan  biriydi. 1902 yılında İstanbul’da doğan kızı Afife'nin tiyatroya olan ilgisini ayıplamış, onu bu yoldan vazgeçirmek içinde oldukça çaba sarf etmişti. Çocukluk hayaliydi tiyatroda oynamak. Okuduğu sıralarda bile aklında hep tiyatro vardı. 1918’de Türk ve Müslüman kadınların sahneye çıkmalarının yasak olduğu bir dönemde şehir tiyatrolarına alınmak üzere açılan sınava girdi. Seçmelere katılanlardan birkaçı: " Nasıl olsa seçilsek de oynayamayacağız!” diye düşündüklerinden vazgeçse de kalanlar arasından iki  kişi seçilmişti. Biri Afife, diğeri Refika’ydı.  Refika 'suflör', Afife ise 'stajyer oyuncu' seçildi.  Afife bir yılı aşkın durmadan çalıştı, kendini hep sahneye hazırladı ama bir türlü sahneye çıkamadı. Refika ise bu arada ilk 'sahne arkasında görev alan' Müslüman Türk kadını oldu. 1920 yılında Hüseyin Suat 'Yamalar' adlı oyununu  Kadıköy’deki ‘Apollon Tiyatrosu’nda sahneye koyuyordu. Bu oyunda ‘Emel’ adlı bir kızı oynayan Ermeni asıllı Eliza Binemiciyan topluluktan ayrılıp Paris'e gittiği için oyunda yeni bir kadın sanatçıya ihtiyaç vardı. Yıllardır beklediği an gelen Afife ,‘Jale’ takma adıyla Kadıköy’de ‘Apollo Sineması’nda ilk oyununa çıktı.

İlk Müslüman kadın oyuncuydu artık o!

Eline tutuşturulan hayalleri kabul etmeyen biriydi Afife. Gökkuşağından kendi seçtiği renklerle boyamıştı hayatını. Peki ya siyahın gölgesinde büyüyen öfkeler!

Artık bir sanatçı olan ve kısa sürede adından söz ettiren Afife'nin mutluluğu kısa sürdü. Şehir tiyatrosu polis tarafından baskına uğradı. ilk birkaç baskından kurtulsa da son baskında yakalanarak polisler tarafından götürüldü. "Devletine karşı geldi, isyan çıkardı, dinine, milletine karşı çıktı!" söylemleriyle ağzından köpükler akan düş hırsızları Afife’yi hırpalanmıştı. Bu sırada zaten tiyatroda oynamasını istemeyen babasıyla girdiği bir tartışmada,  babasının ona: "Benim Afife diye bir kızım yok! Fahişe!” diye haykırmasından sonra ailesinin yanından ayrılıp yalnız yaşamaya başlamıştı.

Afife, kötü kadındır artık birçoğu için. - Hatta kadın zaten kötüdür Afife, unuttun mu?-

Bu olumsuzlar karşısında maddi ve manevi bunalıma giren Afife şiddetli baş ağrıları ile de savaşmaktaydı. Sağlığı bozulmuştu.  Ağrılarından kurtulmak için danıştığı Suriyeli bir eczacı onu morfinle tedavi etmeye çalışmış, yaptığı bu iğneler onda bağımlılık yapmaya başlamış ve sonunda Afife'yi  morfinman yapmıştır. Afife bir bağımlıdır artık!

Ortalık durulunca birkaç geziye katılmış birkaç oyunda oynamış 1923'te ise Atatürk'ün emri ile Türk kadınları sahneye çıkmaya başlamıştır. Fakat gittikçe bozulan sağlığı ve bağımlılığın etkisiyle tiyatroyu bırakmak zorunda kalan Afife iyice buhran dolu günlere girmişti.

1928’de birkaç arkadaşıyla Hafız Burhan’ın konserine gittiğinde burada sanatçıya tamburuyla eşlik eden Selahattin Pınar’la tanıştı. İkisi de birbirine deliler gibi aşık olmuştu. İkisi de hayalleri için yıktıkları ön yargılardan yaptıkları köprülerle bağlandılar birbirlerine. 1929’da ikisi de  yirmi beşindeyken evlendiler. Acılarla geçirdikleri ve yapamadıkları her şeyi birlikte yapmaya başladılar.

Selahattin çaldı Afife dinledi…

Mutlulukları bir gün Afife'nin uyumak için çekildiği odasının anahtar deliğinden bakan Selahattin'in Afife'yi kendisine morfin enjekte ederken görmesiyle sarsıldı. Eczacıyla morfin için ilişkiye girmeye başladığını öğrenmişti Selahattin. Ama eşine öfkeden çok merhamet duyuyordu. Onu  kurtarmak için çabaladı. Bu dönemde yaptığı tüm besteler melankolikti. Selahattin’in çabaları sonuçsuz kalıyordu. Hatta bir ara kendisini de bu tuzağa düşmek üzere bulduğunda, Afife’ye: "Terk et beni ne olur! Yoksa sen de mahvolacaksın ben de, bırak beni gideyim" diye yalvardı. Altı ay sonra 1935’te ayrıldılar.

Kolay mıydı severek ayrılmak? Sevgiyle beslenen kalbin açlığını giderecek o meyve bahçesi şimdi nerede? 

Afife’nin hayatı parklarda yatıp kalkarak, aşhanelerde yemek yiyerek, kenarda kıyıda köşede Selahattin'in onun için yazdığı şarkıları dinleyerek geçmeye başlamıştı. Çok uzun sürmeden kendini Bakırköy Akıl ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde buldu. 24 Temmuz 1941’de bir deri bir kemik haliyle hayata gözlerini yumdu. Dört kişiyle kılınan cenazesinin ardından Türk kadınları için hırpaladığı bedeni toprağa verildi.

Selahattin onun gidişinin ardından daha da içine kapandı ama ölene kadar onu unutmadı. ‘Afife Jale’ oldu Afife'nin adı. Yapılması gerekeni değil yapmak istediğini yapan kadınlardan biriydi artık o. Defterin yapışan ilk sayfası gibi, yırtılıp gitmişti Afife'nin hayatı. Ama defter açılmıştı artık bir kere! Yıllar sonra ne yaptığı anlaşılabildi ancak.

Önyargıları değil öğrenilmiş çaresizliği yıktı!

Afife'den geriye Selahattin Pınar'ın duygu yüklü notalarını, dizelere nakış nakış işlediği, her dinlediğinde aşkın kulaklarından içeri süzüldüğü o şarkı kaldı…

Anladım sevmeyeceksin beni sen nazlı çiçek

Hasta gönlüm yine hicrânını yalnız çekecek

Bil ki rûhum seni çılgınca severken ölecek

Yine sensin beni bir lâhza şifâyâb edecek

Kafesinden kaçabilen bir minik serçenin hikayesidir bu. Her birimiz kendimizi görebildiğimiz yer kadar özgürüzdür. Nedir kanatlarını çırpmama sebebin?
 Yoksa sana da uçamazsın mı dediler?

Not: 1996'dan beri her yıl Afife Jale'nin anısına "Afife Jale Tiyatro Ödülleri" verilmektedir.

Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.