Hava Durumu

Bir çocuğun çığlığı

Yazının Giriş Tarihi: 30.11.2016 14:32
Yazının Güncellenme Tarihi: 30.11.2016 14:32

İhsan, 1877’de Beyrut’ta dünyaya gözlerini açan bir vezir kızıdır.  Osmanlı’nın  son dönem ve gözde vezirlerinden olan baba Köse Mehmet Raif Paşa ve kökü Kırım soylarının asil ailelerine dayanan annesi Servet Hanım’ın elit yaşamı, çocuklarının da iyi birer eğitim almasında oldukça etkilidir.



İhsan Raif özel hocalardan, Fransızca, edebiyat ve musiki dersleri alır. Çevresini, özellikle derin hafızası ve müzik becerisiyle etkiler. Yaşıtlarından daha hızlı büyüyen beceriyle adından sıkça söz ettirmeye başlamıştır bile. Yaşına aldırmadan yüklendiği sorumluluklar onu hep yukarı taşımaktadır. Danyal Efendi’den aldığı dersler sebebiyle çevresinde Ermeni dostlar da edinir ve bu dostluklar onun hem üretkenliğini hem de bilgi birikimini arttırmıştır. Sonraları Batı müziği ve piyano dersleri de alır. Böylelikle müziğe olan yatkınlığı da artar.

Edebiyat konusunda ise onun için “hocam” dediği, Rıza Tevfik’ten aldığı derslerle erken yaşlarda şiirler yazmaya başlar.

Rıza Tevfik, İhsan’ın  yazdığı bir şiiri değerlendirirken onun ‘göl metaforuyla’ kendi yeşil gözlerini  tasvir ettiğini anlar, şiiri bitirdiğindeyse şu yorumda bulunur; “Tebrik ediyorum İhsancığım. Hiç fiil kullanmadan, şiirin kanatlarını yere değirmeden, sıfatların, isimlerin, ince ilmekleriyle ördüğün, rengârenk çiçeklerle süslediğin bahçe, bağ-ı irem sanki. Vezin kusursuz, kafiye yerli yerinde, dil taze ve ihsas ettirici. Bu şiir işte, bu da şair."

Babası, İhsan Raif ve diğer çocuklarının eğitimlerinin saltanat mensuplarıyla denk olmasına çok dikkat etmiştir ve sonuçlarını da almanın duygusuyla özellikle kızı İhsan’la gurur duyduğunu sıkça dile getirmektedir. İhsan Raif, kısa sürede büyük gelişmeler kaydeder ve kadın şairlerin oldukça az olduğu bir dönemde, döneminin diğer şairleri arasından sıyrılır. Hece vezni ile şiirler yazar. Hece veznini kullanan ilk kadın şairimizden biri olur İhsan!

Kapı açılır, ziller çalar bir dünya yıkılır yenisi başlar!

İhsan Raif bir gün kardeşi Belkıs’la beraber taş konağın beşinci katındaki çocuk odasında oynarken, odasının kapısı aniden bir gürültüyle açılır. İçeri giren çocukluğunu çalacak olan bir hırsızdır. Hayatında hiç görmediği, tanımadığı bir adam içeri dalar ve onu kaçırmaya yeltenir. Odadaki çocukların bağırıp çağırmaları üzerine İhsan’ı kaçıramadan hatta ona dokunamadan kaçar gider.

Reji memuru Mehmet Ali olduğu öğrenilen adam, aslında İhsan Raif’i evlenmeye mecbur etmek için, Taş Konaktaki Arap bacıları kandırıp, konağa dalan bir düzenbazdır. Mehmet Ali ile hiçbir teması olmadığı halde, babası Raif Paşa, bu durumdan küçük İhsan’ı sorumlu tutar ve suçlu olduğu fikrinden asla geri adım atmaz. Küçük İhsan’ın adı kirlenmiştir artık. İnce çerçeveli şişkin gözlerinden akan yaşlar, günlerce hatta haftalarca dinmez. Annesi de dahil olmak üzere evde herkes bu duruma engel olmaya çalışmaktadır. Ama artık haftalarca camlarından hüzün akan bir Taş Konaktır orası.

İhsan, babasına Taş Konak’ın kapısından onca uşak, kalfa, hizmetkâr varken bunların hiçbirine görünmeden kimsenin konağa çıkmasının mümkün olmadığını, kesinlikle içeriden yardım alındığını bunun bir oyun olduğunu anlatmaya çalışsa da, evdeki Arap bacı dedikleri hizmetkâr kadınlar nasıl olduysa, İhsan’ın bir yalancı olduğu konusunda babasını ikna ederler.

Baba ısrarcı ve onurludur! Bu işin bir yolu vardır!

İhsan olayın üstünden 1 ay geçmeden daha 13 yaşındayken 24 yaşındaki Mehmet Ali’yle evlendirilir.

İhsan 13’ünde, 1890 yılının “keşke gelmeseydin” diyeceği Mayıs ayında İstanbul’dan bir vapurla İzmir’e ayrılır. İlkbaharın şevkle açan çiçekleri İhsan’a acı dolu meyveler sunmuştur. Yıllarca hasret kalacağı şehre son bir kez bakar İhsan, çocuk gözleriyle. Öyle ya bu şehir hep çocuksu ve masum kalmalıdır onun için.

Çocuk değildir artık İhsan ama çocuk kalmalıdır. İzmir’e gittiğinin 3. ayında hamile kalır. Henüz 14’ünde ilk evladını dünyaya getirir.

Çocukken çocuk yapmaya ve bakmaya mecbur bırakılır. Sürdürülen bu çirkin birlikteliğin iyiye gitmesi de beklenemezdi ya! Mehmet Ali, gün geçtikçe ızdırap haline getirmiştir dünyayı bir çocuğa.

“O sonbahar günü, İzmir’in kavakları yaprağını dökerken, benim de ümitlerim onlarla beraber topraklara eleniyordu” dediği bir günde, rüzgara kapılan yaprakları seyre daldığı sırada İhsan’ın dudaklarından işte şu sözler döküldü;

Kimseye etmem şikayet, ağlarım ben halime,

Titrerim mücrim ( suçlu ) gibi baktıkça istikbalime,

Perde-i zulmet ( karanlık perdesi ) çekilmiş korkarım ikbalime,

Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime.

Bir çocuğun dünyasındaki tüm kuşların, kırılıp koparılan kanatlarından yapılan uçurtmaların hikayesidir bu!

Büyük bir acının şarkısıdır bu!

Çoğumuzun yıllardır belki aşk şarkısı belki buhranlı bir gecede yazılan isyan sözleri olduğunu düşündüğü bir şarkıdır; “Kimseye etmem şikayet”.

O yaşta, boyundan büyük cümleler kurup haddinden fazla hırpalanan İhsan 14 senelik bir esaretten sonra yüzünde ütüsüz bir deriyle İstanbul’a geri dönmüştür. Kimden isteyebilir şimdi 14 senesini?

Tüm yaşadıklarına rağmen dişi bir kuş misali yuvasına dört elle sarılmaya çalışan İhsan, eşi Mehmet Ali için şu sözleri söylemiştir;  "Kadehlerde içip dağıtacağına bana bir yudum aşkını verse, dünyanın dönüşü, hayatın akışı değişirdi..."

Tüm yaşadıklarına rağmen bu ne naif duruştur be kadın?

Mehmet Ali’nin alkol düşkülüğü değildi elbet ayrılma sebepleri. Eşi Mehmet Ali’nin İstanbul’da da Aspasya adlı bir eşi bulunduğunu, bu eşinden de bir çocuğunun olduğunu, çocuğun babasız büyümemesi için kadının tekrar onu İstanbul’a çağırdığını ve kaldıkları yerden hayatlarına devam etmek istediğini öğrenir. İhsan, babasının bu evlilik olayından haberi olduğunu tüm bunlara rağmen onları bilerek İzmir’e gönderdiğini düşünür. Ama gerçeği asla öğrenemez.

Hayatına kaldığı yerden devam etmek isteyen İhsan 3 evlilik daha yapar.  1 Nisan 1926 sabahı karnında derin sancılarla uyanan İhsan’a Paris’te kaldırıldığı hastanede apandisit teşhisi konur, ameliyat olur ama iyileşemez. Henüz 49 yaşındadır ve Aşiyan’a gömülmeyi vasiyet ettikten sonra ölür.

Onun için Müslüman olan son eşi Hüsrev cenazeyi İstanbul’a getirir. 28 Mayıs 1926’da son yolculuğuna uğurlanır.

Şiirleriyle, sözleriyle yaşadığı acıları tarif edip yardım çığlıkları atan o küçük çocuk artık yoktur.

Ölünce acılar biter mi peki?

İhsanın yardım çığlıkları rüzgarla yel olup gitti. Dudağından dökülen acılar ahenkle dans eden notalara dönüşüp kulağımıza girdi. Keşke o Mayıs hiç gelmeseydi, keşke sen hiç bu dizeleri yazmasaydın, keşke sen hep çocuk kalsaydın İhsan.

Peki ne zaman çocukların hayatlarını çalmaktan vazgeçecek bu insanlar İhsan?
Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.