Hava Durumu

Sizin hiç arkadaşınız FETÖ'den yargılandı mı?

Yazının Giriş Tarihi: 16.08.2016 16:44
Yazının Güncellenme Tarihi: 16.08.2016 16:44
Benimki yargılanıyor. Hem de, öyle böyle değil, bu şizofrenik yapılanmanın bir neferi olduğu iddiasıyla Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılanıyor! Akıllara zarar yargılanma sürecine geçmeden önce arkadaşımdan bahis açayım. Ondan da önce tanışma hikayemizden... *** Biz yıllar yılı meğersem Ayla ile aynı sitede oturmuşuz. Ancak her ikimiz de eşekler gibi çalıştığımızdan mütevellit, ne sitenin bahçesini, ne havuzunu, ne altın gününü, ne başka bir şeysini, hasılı tanışma, kaynaşma ortamlarının hiç birisini kullanamadığımız için birbirimizi bir kaç kere uzaktan görmüşlüğümüz var. O kadar. Neyse... Olay'dan kovulduğum sene... Boşluktan hafakanlar basıyor. Hiç bir yerlere sığamıyorum. Aklı sıra moral vermek için arayıp, "kız sen kendini heder ettiğinle kalacaksın. Aç değilsin, açıkta değilsin. Şuyun var, buyun var. Yeter yıllarca çalıştığın. Keyfine bak misler gibi" diye motivasyon (!) yapan arkadaşlarımı en galiz küfürlerle başımden def edip, sonra da deliler gibi ağladığım günler... Günlerden o gün, giydim harbiden de "şıpıtık terliğimi" havuza indim. Sağ yanımdaki sarışın kadına hiç bakmadan, selamsız bandosu gibi, tek boş şezlonga yerleştim. (Düşünüyorum da, o sıralar harbiden ömür törpüsüymüşüm.) Yaktım sigaramı başladım kitabımı okumaya. Aradan epey bi süre geçti, sağımda bir kıpırdanma oldu. O ana kadar uyuyan sarışın uyandı. "Eyvah!" Dedim içimden. "Şimdi car car car beynimi yer bu. En iyisi hiç oralı olmamak." Enteresan bir şekilde, uyanmasına rağmen sarışın kadın da hiç oralı olmadı. Aldı eline kitabını, okumaya başladı. Aradan epey bi zaman geçti. Ben okudum, o okudu. Ben yüzdüm geldim, o yine okudu. Ben beş kişiyle telefonda saçma sapan sohbetler ettim. O yine okudu. Epey sonra yattığı yerden kalktı, bana döndü ve sanki az sonra söyleyeceği cümlelerle bir diyaloğa başlamak çok normalmiş gibi konuştu: "Hakkın karşısına çıkardığı değişimlere direnmek yerine teslim ol. Bırak hayat sana rağmen değil, seninle beraber aksın. Düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir diye endişe etme! Nereden biliyorsun, hayatın altının üstünden daha iyi olmadığını." Önce öylece kalakaldım. Sonra refleks olarak, "yok daha neler?" manasına gelmesini umut ettiğim bir şeyler söyledim. Ardından da hiç utanıp sıkılmadan, edepsiz bir kibirle... Sen kiiiim, bunu böyle ezbere şakır şakır söylemek kim manasında, "ama bu 14. kural?" dedim. "Evet" dedi. "Bu benim olduğu kadar senin de kuralın!" *** Tam altı yıl aynı sitede, karşılıklı bloklarda, birbirimizi hiç tanımadan, tanışmadan oturduğumuz Ayla ile dostluğumuz işte böyle başladı. Meğer Ayla, vakti zamanında Bursa'nın en büyük, en afili güzellik merkezi olan (adını vermiyim şimdi) o cakalı salonun sahibesiymiş. Yerine, "ulan kim bilir ne kadar kazıktır" diye hiç gitmemiştim. Ama ününü, methini biliyordum. Meğer benim kovulduğum yıl, o da bir dünya şanssızlık ve benzerinin ektisiyle iş yerini kapatmak zorunda kalmış. Meğer ikimiz de işsizmişiz. İkimiz de ağır bir bunalım yaşıyormuşuz. İkimiz de, "başında kapı gibi kocan var. Neyin eksik?" Diyen herkesden aynı şekilde nefret edip, onlara aslında neyin eksik olduğunu bir türlü anlatamamanın devasa ortak paydasında buluşuyormuşuz. Ve daha bir türlü şey... Benim ona o yıl moral motivasyon anlamında zerre kadar faydam olmadı. Ama o beni sıfır noktasından aldı ve kaldırdı! Tansiyonum her 20'ye dayandığında, Acıbadem'in aciline Ayla yetiştirdi beni. Sabahın üçü, beşi fark etmeksizin. Tıpkı bir şifacı gibi, önce ruhumu ve tansiyonumu iyileştirdi. Sonra da sıra O'nun uzmanlık alanına geldi. "Çocuklar uyudu mu? "Uyudu." "Hadi çık gel, sana çok özel bir bakım yapıcam." İş yerinden kalan, atmaya kıyamadığı, gönül yarası sebebiyle de bir daha kimselere bakım yapmadığı, çatı katına saklanan anılar gibi küçük odasına sağladığı bir kaç aleti vardı Ayla'nın. Oyuncak bebekleriyle oynayan kız çocukları gibi olurduk O'nun o odasında. "Ayla bu ne?" "O cilt toparlayıcı özel bir serum." "Kızım benim cildim yer çekiminin en büyük destekçisi! Değil ampul, galonla sürsen bir işe yaramaz!" "Yarar yarar, gel bakiyim sen şöyle..." Bir gece yine aradı. "Çok özel bir altın maskem vardı. Kayboldu sanıyordum, onu buldum. Hadi gel, sana uygulamam lazım." Deniyordu da tabi beni! Daha doğrusu, yeni okuduğu bir yöntemi... Keşfettiği bir şeyi bende deniyordu. Mesleğine aşık, ama yapamayan her insan gibi, küçük de olsa, sınırlı da olsa bir alan açmaya çalışıyordu. Gittim tabi. Çeneye dalınca maskeyi unutmuşuz. Saat olmuş sabahın üçü... Ben tutturdum, "uykum geldi eve dönücem." O tutturmuş, "maskeyi uygulamadan dünyada göndermem." Netekim uyguladı. Yüz nakli yaptırmış gibi oldum. Saç diplerimden, boynuma kadar altın sarısı, parlak bir maske var suratımda. Krem falan değil. Bildiğin maske. Aldı, şakkadanak yerlertişti yüzüme. "Şimdi bu tam bir saat kalacak!" "Yüzümde bununla eve gidip uyusam, saati kursam sonra çıkarsam olur mu?" "Olur. Yalnız bir saatten önce çıkarma ki işe yarasın." Öpüştük, koklaştık, beni küçücük deliklerinden sadece gözlerimin göründüğü altın maskeyle uğurladı gecenin üçünde! Ve ben daha kapıdan çıkar çıkmaz, yüzümdekini, nasıl göründüğünü, hele ki o saatte neye benzediğimi unuttum. Ayla'ların blokla bizimki arasında güvenlik kulubesi var. İçinde de sabaha kadar nöbet tutan güvenlikçi çocuklar. Ve adetimdir. Ne kadar oduna bağlarsam bağlayayım, o çocuklara selam vermeden, hal hatır sormadan asla geçmem. O gece, sabahın üçünde yine öyle yaptım. Beni gördüğü gibi yüzü yeşile çalan güvenlik görevlisi gence, "hayırlı sabahlar!" Dedim. Çocuk, (Durduk yere, manasız bir şekilde, sanki hortlak görmüş gibi) gözleri bana mıhlanmış vaziyette kalakaldı. Bir şey var, ama ne? Anlayamıyorum da. Hasta falan mı? Diye düşünerek yanına yaklaştım. "Evladım sen iyi misin?" Çocuk titreyerek şehadet getirirken hatırladım yüzümdeki maskeyi!!! *** Daha böyle tonla anımız var Ayla ile... Hepsi de birbirinden berbat. Aynı yılın kışında, madem iş güç yok, biz de örgüye başlar, çoluğa çocuga bir şeyler öreriz diye koştur koştur yüncüye gittik. Yüncü değil Disneyland mübarek. Parlaklar, simler... Kareoke gecelerinden kalma geyikle, "bana bundan otriş örsene Ayla" dedikten sonra, Bülent Ersoy taklidiyle, "bundan böyle ben de sahnemde otriş atacağım!" Dememle, hem dükkan sahibinin "sizin gibilere satış yapmıyoruz!" Demesi, hem de bizim zıvanadan çıkıp, "ulan teres!" diye adamın üzerine yürümemiz bir oldu! Eş dost da, ilk kez bu yazı vesilesiyle öğrenecek. Ama olsun. Civar esnaf araya girmeseydi karakolluk oluyorduk! Kaldı ki, iddia ettiği kadar da fazla darp almamıştı o yüncü! Neyse... Geçmiş gün. Yad etmekle bitmez. ...De, esas mevzu şu ki, bu kadın şimdi FETÖ örgüt üyesi olmaktan yargılanıyor! O vakit gelelim rezaletin daniskasına. Günlerden bir gün Ayla'ya, güzellik uzmanı yetiştiren bir kurstan teklif geldi. "Buyrun haftada şu kadar saat derse girin, karşılığında da şu kadar ücret alın." O işi kabul etmesi için fevkalade baskı kuranlardan biri de bendim. "Kabul et Ayla. Sana iyi gelecek. Hem öğrenci yetiştireceksin. Hem az da olsa para kazanacaksın." Gönülsüzdü. Bir zamanların koskoca salon sahibi... Şimdi... Sonunda ikna oldu ve o kursta hocalığa başladı. Ve bu iş gerçekten de O'na iyi geldi. Mesleki birikim ve tecrübesinin yanı sıra, Allah vergisi yeteneği olan bir kadındı Ayla. Şifacıydı... Sabahlara kadar bitki bilimi, anatomi okurdu. Aktar fetişiydi. Öğrencilerine de bunları anlatıyordu. "Ne varsa doğada var." Sonra, hayat yine bir oyun oynadı ona ve tamamen kendi dışında gelişen bir sebepten ötürü o işten ayrılmak zorunda kaldı. *** Daha 15 Temmuz Darbe girişimi falan olmamıştı. Sanırım o melun girişimden on, on beş gün öncesiydi. Bir gece vakti beni aradı Ayla. "Özlem, beni Emniyet'ten çağırdılar!" "Kimi, neden, nasıl, bu saatte, niye???" "Sorma ya. Meğer ben FETÖ'cüymüşüm!" "!!!???XXXWWW???!!!" Artık nasıl güldüysem koltuktan düşüyordum. Ayla da gülüyor karşımda. Algıyalamadığı için, kendisini neyin içinde bulacağını bilmediği için... Hayatında hiç şerefsiz gibi yaşamadığı için... Parasızlığı, çaresizliği bildiği... Ama haram nedir, dümen nedir bilmediği için... Cemaattir, bilmem nedir, yanından geçmişliği olmadığı için... Karşılıklı kikirdedik o gece. "Sen FETÖ'cüysen, ben de falancadanım" diye geyik yaptım ona. Ben O'na yaptım, O bana... Ve gelinen nokta: Vakti zamanında, en çok da benim ısrarımla kabul ettiği o kurs açmış başına bu işi! Bir kaç ay süresince gidip öğrenci yetiştirdiği, sonra da ayrılmak zorunda kaldığı o kurs yüzünden, FETÖ'cü olmadığına, fıtratı gereği olmayacağına yüzde yüz kefil olduğum arkadaşımı rezil bir çifkefin içine çekmeye çalışıyorlar. Şöyle ki: O kursta dediler ki kadına: "Sana ders ücretini ödeyebilmemiz için gidip kendine Ziraat Bankası'ndan hesap açman lazım." O da kendisinden istenileni yaptı. Hesap açtırdı. Çalıştığı bir kaç ay süresince, o hesaptan kendisine yatırılan dört yüz küsur lira ders ücretini aldı. Sonra oradan ayrıldı. Üzerinden yıllar geçti. Ve Şeytan'ın aklına gelmeyecek şey oldu. O kurs meğer bu cemaatle teşneymiş! Meğer Ayla'nın yıllar önce açıp, üç dört ay kendi adına yatırılan dört yüz lirayı çektiği, sonra da bir daha işinin olmadığı o hesap, başka başka işlere, kullanımlara, pay etmelere alet edilmiş! Meğer insanlar harbiden rezilmiş! *** Yaaa işte böyle. Hayatında harama, dümene bir kez olsun tamah etmeyen bu kadın, şimdi örgüt üyesi olmaktan yargılanıyor! Hem de bu oluşumun her türdan ağa babaları, şu gün şu an dahi, müsterih ihsanlar gibi, hiç bir şey olmamış gibi ortalıkta sanılırken! Ben sana kefilim Ayla... Kendime olduğum kadar. Hiç bir dahlimizin olmadığı bu büyük cemaat belasını başımıza açanlara hasseten selam eder... Bu iş nete getirilip, gerçek sorumluları biran önce ayıklanmadığı sürece, düzenin masum insanların başını yemeye devam edeceğini bilhassa vurgularım. Yazıktır, günahtır!    
Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.